TEKVİR SURESİ TEFSİRİ

Rahman Rahim olan Allah’ın adıyla!
 
Tekvir suresi nüzul sırasına göre yedinci, Kuran sırasına göre seksen birinci sure olup Mekke’de indirilmiştir. Yirmi dokuz ayetten ibarettir.
 
81/1- Güneş, köreltildiği zaman
 
Surenin başlangıcında kıyamet sahnesi tasvir edilmektedir. Bilindiği gibi yaratılmış olan bütün varlıkların bir başlangıcı bir gelişmesi bir de sonucu, yani ölümü vardır. Güneş ne kadar milyar yıldır bu dünyayı aydınlattığını bilemiyoruz. Ama kâinatın yaratılışından bu tarafa on beş milyar yıl geçtiği ilim adamları tarafından tahmin edilmektedir. 
 
Ne kadar daha insanlığı güneşin aydınlatacağını ancak Allah bilir. Ama bir zaman dilimi içerisinde görevinin sonlandırılacağı, kâinatın ömrünün insanoğlunun ömrüne eş olduğunu Kuran’dan öğrenmekteyiz. Çünkü kâinat insanoğlu için yaratıldı insanoğlunun ömrünün sonlanmasıyla beraber kâinatın da yaşamasının bir anlam ve önemi yoktur. Bu demektir ki, İnsanlar, yaratılırken insan yaratılışına kadar ne kadar zaman geçmişse insanlar diriltilip kaldırılıncaya kadar o kadar zaman geçeceği bir gerçektir. ama insanlar bu zamanı fark edemeyeceklerdir onlar için geçen zaman bir an gibi olacaktır. 
 
Güneşin köreltilmesi işlevinin yitirilmesi demektir. Bu da şu anlama geliyor ki güneşle beraber her varlık kendilerine ayrılmış hizmet süreleri bitmiştir. Bakara suresinin otuz ile otuz dokuzuncu ayetleri arasındaki ayetler Allah’ın kâinattaki varlıkları lisanı haliyle Allah konuşturarak her varlığa ait bilgiyi bize öğretmesidir. Bu ayetler, insanoğluna çok şeyler kazandırmıştır. 
 
Âdeme bütün isimleri öğrettik meleklere de, âdeme secde edin dedik, meleklerin hepsi secde ettiler ama iblis hariç ifadesi” İnsanların dışında yaratılmış olan bütün varlıklar, hem bir melek hem de onlar hakkında o bilgileri öğrenmek insanoğlunun ömrüne eşdeğerdir. Güneş de bir melektir o da Allah’a ve insanoğluna secde etmekteydi artık onun da bir gün gelip süresi dolacak insanlığa ışık kaynağı enerji kaynağı olan güneş kaybolunca artık insanlığın da yaşaması mümkün olmayacaktır. Âdemin artık kendi üzerine düşen görev ifa edilmiş göç davulu çalmaya başladığı anlaşılmıştır.
 
22/18- Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azap hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.
 
Secde ifadesinin bir anlamı da emirlere karşı boyun eğmektir. Melekler kendilerine kotlanmış bilgiler dışına çıkmamakla hem Allah’a hem de insanoğluna secde etmektedirler. Dikkat ederseniz meleklerden Allah’a secde etmeyen varlık yoktur. Ama insanoğluna gelince insanlardan birçoğu secde etmediği diretip dayatıp isyan ettiği anlaşılmaktadır.
 
Allah isteseydi, insanların tümüne de kendisine secde edecek şekilde yaratırdı. Ama onların bir kısmının secde etmesi bir kısmının da secde etmemesi onların dünya hayatındaki Halife oluşundan ve yol seçme özgürlüğü verilerek denenmeler-inden kaynaklanmaktadır.
 
27/47- Dediler ki: “Senin ve seninle birlikte olanlar yüzünden uğursuzluğa uğradık.” Dedi ki: “Sizin uğursuzluğunuz (başınıza gelenler) Allah Katında (yazılı)dır. Hayır, siz denenmekte olan bir kavimsiniz.”
 
Yanlış yolda gidenler kendi elleriyle yaptıkları bir kötülüğün sebebini Salih amel işleyerek Allah’a kulluk yapmaya çalışan insanlara bağlamaktadırlar.
 
81/2- Yıldızlar, bulanıklaşıp-döküldüğü zaman,
 
Bu ayette de yıldızların ömrünün son aşamasında olduğu anlatılmak istenmektedir. İnsanlar yeryüzünde bir ömür boyu Allah’ın kendilerinin emrine verdiği meleklerle hayatlarını sürdürmektedirler. İnsanların dışında insanların hizmetine verilen ve insanlara secde eden varlıklar olmamış olsaydı insanlar birkaç dakika bile yaşayamazlardı. 
 
Her an soluduğu hava da bir melektir. Hava olmasa insan ne kadar yaşaya biliyorsa insanoğlu o kadar ömür sürebilirdi. Yıldız da bir melektir. Yıldızlar da kendi üzerine düşen görevleri yaparak artık onlara ayrılan süre bitmiş yavaş yavaş yok olmaya başladığı anlaşılmaktadır. Ta ki kabuk değiştirinceye yeni bir yaratılışla yaratıncaya kadar.
 
17/97- Allah, kimi hidayete erdirirse, işte o, hidayet bulmuştur, kimi saptırırsa onlar için O’nun dışında asla veliler bulamazsın. Kıyamet günü, Biz onları yüzükoyun körler, dilsizler ve sağırlar olarak haşrederiz. Onların barınma yerleri cehennemdir; ateşi sükun buldukça, çılgın alevini onlara arttırırız.
 
17/98- Bu, şüphesiz, onların ayetlerimizi inkar etmelerine ve: “Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?” demelerine karşılık cezalarıdır.
 
17/99- Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter ve onlar için kendisinde şüphe olmayan bir süre (ecel) kılmıştır. Zulmedenler ise ancak inkârda ayak direttiler.
 
Dikkat edin bu yeni bir yaratılış Kuran’daki birçok yanlış anlaşılan ayetlerin doğru anlaşılmasına yardımcı olacaktır.
 
“Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?” 
 
Görmüyorlar mı; gökleri ve yeri yaratan Allah, onların benzerini yaratmaya gücü yeter” Bu konu ile ahiret yaratması ile dünya hayatındaki yaratılışın farklı oluşu birçok ayetlerin çözülüşüne ışık tutacaktır. Yeri ve zamanı geldikçe bunlardan genişleterek bahsedeceğiz inşallah.
 
81/3- Dağlar, yürütüldüğü zaman,
 
18/47- Dağları yürüteceğimiz gün, yeri çırılçıplak (dümdüz olmuş) görürsün; onları bir arada toplamışız da, içlerinden hiçbirini dışarıda bırakmamışızdır.
 
Kuran sık sık dağlar üzerinde durur. İnsanoğlu dağlardan çıkan madenlerle dünyadaki teknolojik gelişmelerini sürdürmektedirler. Bir taraftan insanoğlu dağları, delik deşik ederek kendisine yararlı olan madenleri gün yüzüne çıkarması, bir taraftan da madenlerin sona ermesiyle de işlevlerinin, yitirilmesi, anlamında dağların yürütülmesi olarak kıyamet sahnesini canlandırılmaktadır.
 
81/4- Gebe develer, kendi başına terk edildiği zaman,
 
Dünya hayatında insanlara bir takım hizmetler sunan etinden gübresinden, doğurganlığından, dolayı adeta kendilerine nimeti dişi develer veriyormuş gibi sevgiyi aşırı boyutlara taşıyarak Allah’a ortak koşarak dişi deveyi ilah ediniyorlardı. Ama herkesin kendine ait bir işi olunca kimse kendinden başka ne kadar çok sevdikleri de olsa onlarla ilgilenebilecek bir takatleri kalmayacaktır. Yani sözün özü azap karşısında onları düşünmeye fırsatları kalmayacaktır.
 
7/73- Semud (toplumuna da) kardeşleri Salih’i (gönderdik. Salih:) “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin Ondan başka İlahınız yoktur. Size Rabbinizden apaçık bir belge (mucize) gelmiştir: Allah’ın bu dişi devesi size bir belgedir; onu salıverin de Allah’ın arzında otlasın, ona bir kötülükle dokunmayın, sonra sizi acı bir azap yakalar” dedi.
 
Kuran’da Salih kavminin, Allah’ın insanların hizmetine sunmuş olduğu, onun etinden sütünden tüylerinden gübresinden yükünden yavrularından yaralanmak için deveyi yarattığı halde, insanlardan büyük bir çoğunluğu deveye tapmaya onu bulunmuş olduğu konumdan kaldırarak ilah edinmeye başlamışlardı. Yani deveyi asıl yaratan, insanların hizmetine sunmuş olan Allah unutulmuş Deveyi ön plana çıkarmışlardı.
 
Tefsirlerde genel olarak anlatılan Salih peygamber mucize olarak dağdan bir deve doğurtturur. İnsanlardan bir bölümü devenin su içme hakkına müdahale eder deveyi keserler. Allah da o kavmi helak eder. Özet olarak anlatılan budur.
 
Doğru olanı Allah’ın kâinatta yarattığı bütün varlıklar birer mucizedir. Mucize olmayan hiçbir şey yoktur. İnsanlar Allah’ın yarattığı hangi bir şeyi yaratabilirler? Ayette bahsedilen” Gebe develer, kendi başına terk edildiği zaman,” İfadesi sevgide ihtiramda aşırı boyutlara taşınmış olan devenin kıyamet sahnesinde insanlar sadece kendilerini düşünmekten kendi dertleriyle ilgilenmekten ilah konumuna getirecek kadar sevdikleri deveyi, akıllarına getirmediklerini izah etmektedir.
 
81/5- Vahşi-hayvanlar, toplandığı zaman,
 
Dünya hayatında hayvanlar içerisinde güçlü olanlar zayıf olanları yeyip parçalarken o dehşet anında havyalar da birbirlerine saldıracak kaçacak hallerinin kalmadığı tasvir edilmektedir. O dehşet anında dehşetin şiddeti ve korkusu bir aslanın bir antilobu bir ceylanı saldırarak boynundan ısırıp öldürerek yemesinden daha korkunç hale gelişinden söz etmektedir.
 
81/6- Denizler, tutuşturulduğu zaman,
 
Suyun bileşimi H2 O dur. İnsanlar ilim ve teknolojide öyle ileri gidecekler ki yerlerin altlarından binlerce metre sondajlarla petrol doğal gaz aramak yerine hazır suyu teknolojide arabalarda yakıt haline dönüştürebileceklerdir. Ve yavaş yavaş da bunlar olmaya başladı. İlgi duyanlar için suyun arabalarda nasıl yakıt olarak kullanıldığını link olarak vereyim de bir baksınlar. Denizlerin tutuşturulmasını ilmi olarak güzel bir tefsiri sayılabilir.
 
http://www.obitet.gazi.edu.tr/obitet/alternatif_enerji/hirojen_arabada_kullanimi.htm
 
81/7- Nefisler, birleştiği zaman,
 
İslam toplumlarında yanlış anlaşılan konulardan birisi de insanlar öldüğü zaman ruhun ölmediği inancı ve anlayışıdır. Kuran’a göre can ruh ve beden ayrı ayrı şeylerdir. Beden yok olup gittikten sonra ruh bir anlam ifade etmediği gibi ruh bedenden ayrıldıktan sonra da beden yalnız başına bir anlam taşımamaktadır.
 
Dünya hayatında beden ile ruh birleştiği zaman insan bir hayat yaşamaktadır. Görüldüğü gibi insanlardan bazıları evreni bozması bazılarının da evreni düzelteceğim diye çaba göstermesi insanların diri oluşunu eylemde bulunuşunu ifade etmektedir. İnsanlar öldükten sonra yeni bir yaratılışla yaratılıp çürümüş kemiklerle can ve ruh bir araya gelecek ve mükâfat ve cezalarını almak üzere toplanacaklardır. Ve sorgulama başlayacaktır.
 
25/ 3- O’nun dışında, hiçbir şeyi yaratmayan, üstelik kendileri yaratılmış olan, kendi nefislerine bile ne zarar, ne yarar sağlayamayan, öldürmeye, yaşatmaya ve yeniden diriltip-yaymaya güçleri yetmeyen birtakım ilahlar edindiler.
 
75/ 3- İnsan, onun kemiklerini Bizim kesin olarak bir araya getirmeyeceğimizi mi sanıyor?
 
75/4- Evet; onun parmak uçlarını dahi derleyip-(yeniden) düzene koymaya güç yetirenleriz.
 
Bunlar Ahiret âlemine ait gayıp haberleridir. Bunlara ancak müminler inanır. Kendilerini dünyada iken, salih amel işleyerek  o dehşetli bir azaptan korumaya çalışırlar.
 
81/8- Ve ‘diri diri toprağa gömülen kızcağıza’ sorulduğu zaman:
 
Dünya hayatında Yeryüzünü bozan Allah’ın koyduğu kelimeleri yerinden oynatan mazlum olanlara zulmeden insanları öldürenler, kız çocuklarına değer vermeyen hırsızlık yapan zina eden velhasıl Allah’ın yasaklarından kaçınmayanlar için zorlu bir gündür.
 
81/9- “Hangi suçtan dolayı öldürüldü?”
 
Haksız yere öldürülüşünün ve hiçbir mantıklı açıklamasının olmadığı bir suçtur.
 
81/10- Sahifeler (amel defterleri) açıldığı zaman,
 
Bu ayet üzerinde biraz durmak istiyorum.
 
17/13- Biz, her insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını) kendi boynuna doladık, kıyamet gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.
 
Artık ilim ve teknoloji gelişti yazıcı iki melek yerine insanın her yaptığı davranışlar kalplerinden geçenler de dâhil olmak üzere kameraya kaydedilmektedir.
 
50/17- Onun sağında ve solunda oturan iki yazıcı kaydederlerken,
 
50/18- O, söz olarak (herhangi bir şey) söylemeyiversin, mutlaka yanında hazır bir gözetleyici vardır.
 
Dünya hayatındaki her insanın ettiği göz işareti bile unutulmadan itirazı mümkün olmayan bir şekilde kameraya alınarak karşısına konulacaktır. Her yanlış davranışta bulunan insanlar kendilerine verilen cezayı hak etiklerine dair kendileri karar vereceklerdir.
 
17/14- “Kendi kitabını oku; bugün nefsin hesap sorucu olarak sana yeter.”
 
Herkes kendi yaptıklarını önünde görecek ben yapmadım etmedim dese belgelenmiş kitap olarak önüne sunulacaktır.
 
81/11- Gök, sıyrılıp-yüzüldüğü zaman,
 
Kuran’da gök kelimesi gözlerinizi semaya kaldırıp gördüğünüz güneşinden yıldızlarından bulutlardan tutun da oksijen ve karbondioksidin barındığı semayı atmosfer olarak nitelendirildiği gibi, aynı zamanda arzı da gökle yakından bağlı olduğunu açıklamıştır. Ayetlerden örnekler vererek açıklamaya çalışalım.
 
2/22- O, sizin için yeryüzünü bir döşek, gökyüzünü bir bina kıldı. Ve gökten yağmur indirerek bununla sizin için (çeşitli) ürünlerden rızık çıkardı. Öyleyse (bütün bunları) bile bile Allah’a eşler koşmayın.
 
Beden cansız ruhsuz, ruh can  da bedensiz nasıl olamıyorsa, yer gök olmadan  gök de yer olamadan  bir anlam taşımaz. Gökle yer bütünleştiği zaman her şey anlam kazanır. Eğer gökten inen yağmur kuru topraktaki tohuma kavuşmasaydı tohum filizlenip yeşeremezdi sarımsak acur bıldırcın mercimek helva olmazdı.
 
2/61- Siz (ise şöyle) demiştiniz: “Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe katlanmayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarımsak, mercimek ve soğan çıkarsın.” (O zaman Musa:) “Hayırlı olanı, şu değersiz şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? (Öyleyse) Mısır’a inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır” demişti. Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve Allah’tan bir gazaba uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allah’ın ayetlerini tanımazlıkları ve peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi. (Yine) bu, isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi.
 
81/12- Cehennem ateşi çılgınca kızıştırıldığı zaman,
 
Cehennem ahiret hayatına inanmayan, Allah’ı kabul etse bile Allah’ın rabliğini kabul etmeyen peygamberleri gönderilen kitapları tanımayan, üstelik Yaşam biçimini insanların ortaya koydukları bir takım ideolojilere göre düzenleyen Allah’a ortak koşanlar için ceza olarak hazırlanmış bir mekandır.
 
98/6- Şüphesiz, Kitap Ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, içinde sürekli kalıcılar olmak üzere cehennem ateşindedirler. İşte onlar, yaratılmışların en kötüleridir.
 
Kuran’ın bütünlüğündeki ayetler çerçevesinde düşündüğümüz zaman, Cehennem inkâr eden ve ister kendi nefsine isterse de başkalarına zulmedenler içindir. Kuran’dan cehenneme gidenler için bir konuşma sahnesini aktaralım.
 
74/42- “Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?”
 
74/43- Onlar: “Biz namaz kılanlardan değildik” dediler.
 
74/44- “Yoksula yedirmezdik.”
 
74/45- “(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik.”
 
74/46- “Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk.”
 
74/47- “Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı.”
 

74/48- Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.

Ahiret âleminde iman eden ve Salih amel işleyenlerin yeri cennete, iman etmeyen inkâr eden ve zulmedenlerin yeri de cehennem olduğunu gelen nebiler bize haber vermektedir. İşte insanlar için gayb olan büyük haber olan ve insanları iki kısma ayıran olay budur. Peygamberler, insanlar öyle bir azaba duçar olmadan haber vermektedirler. Bu Allah’tan kesin bir vaadidir Allah vaadinde kesin olarak durur.
 
39/68- Sur’a üfürüldü; böylece Allah’ın diledikleri dışında, göklerde ve yerde olanlar çarpılıp-yıkılıverdi. Sonra bir daha ona üfürüldü, artık onlar ayağa kalkmış durumda gözetliyorlar.
 
39/69- Yer, Rabbinin nuruyla parıldadı; (orta yere) kitap kondu; peygamberler ve şahitler getirildi ve aralarında hak ile hüküm verildi, onlar haksızlığa uğratılmazlar.
 
39/70- Her bir nefse yaptığının tam karşılığı verildi. O, onların işlediklerini daha iyi bilendir.
 
39/71- İnkâr edenler, cehenneme bölük bölük sevk edildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: “Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” Onlar: “Evet.” dediler. Ancak azap kelimesi kâfirlerin üzerine hak oldu.
 
39/72- Dediler ki: “İçinde ebedi kalıcılar olarak cehennemin kapılarından (içeri) girin. Büyüklüğe kapılanların konaklama yeri ne kötüdür.
 
Evet, cehennem ne kötü bir konaklama yeridir. Allah kimseyi cehenneme atmaz. İnsanlar cehenneme biletlerini kendileri alırlar. Kendi istekleriyle oraya giderler. Bunun karşılığında da Allah’ın razı olduğu insanlar da cennete gidenlerdir. Şimdi cennetlik olanların konumunu incelemeye çalışalım.
 
81/13- Cennet de yakınlaştırıldığı zaman,
 
Cennete gitmek Dünya hayatında ne zorluklar içerisinde tohumunun toprağa atıp uzun zaman sulayıp gübreleyip uzun bir zaman zahmet çektikten sonra hasadı toplayan adam gibidir. Dünya hayatında Allah’ın tanımladığı şekilde pencereden bakan ve hayatını zorluklar içerisinde Allah’ın yolundan ayrılmadan istikrarlı bir şekilde sürdürebilen ve inancı uğruna bir takım zorluklara katlana bilenler için cennet vardır.
 
2/ 214-Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; “Allah’ın yardımı ne zaman?” diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.
 
İnanmak Bazılarının sandığı gibi dünya hayatına rahatlama ve huzur duyma yeri değildir. İnandım dediğin zaman seni bir takım sorumluluklar beklemektedir. Genelde bütün peygamberler ve Allah dostları Rabbim Allahtır, dedikleri için yerlerinden yurtlarından, sürülmüşler dövülmüşler, ve öldürülmüşlerdir. Eğer ben Müslümanım diyenlerin başlarına bunlar gelmiyorsa bir düşünmeleri gerekmektedir.
 
58/ 22- Allah’a ve ahiret gününe iman eden hiçbir kavim (topluluk) bulamazsın ki, Allah’a ve elçisine başkaldıran kimselerle bir sevgi (ve dostluk) bağı kurmuş olsunlar; bunlar, ister babaları, ister çocukları, ister kardeşleri, isterse kendi aşiretleri (soyları) olsun. Onlar, öyle kimselerdir ki, (Allah) kalplerine imanı yazmış ve onları Kendinden bir ruh ile desteklemiştir. Onları, altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacaktır; orda süresiz olarak kalacaklardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte onlar, Allah’ın fırkasıdır. Dikkat edin; şüphesiz Allah’ın fırkası olanlar, felah (umutlarını gerçekleştirip kurtuluş) bulanların ta kendileridir.
İşte Müslüman’ın duruşu bu olmalıdır. Cennetin yakınlaştırıldığı insan tipleri budur. Yoksa ölüm anında kelimeyi şahadet getirip her türlü pislikler içerisinde yuvarlanalar boşuna cennet beklemesinler.
81/14- (Artık her) Nefis, neyi hazırladığını bilip-öğrenmiştir.
 
Dünya hayatında ahiret hayatının var olduğunu kabul etmeyen insanlar ölüp de dirildikleri zaman her şey ayan beyan ortada görülecektir. Görmeyen gözleri, işitmeyen kulakları hissetmeyen kalpleri artık duyarlı hale gelecek herkes dünya hayatında hangi malzemeleri hazırlanmışlarsa, önlerinde onu bulacaklardır.
 
Din gününün maliki olan, Allah artık bir ömür boyu insanların insanlara yapmış olduğu Allah’ı inkar edenlere karşı sabrı tükenmiş artık o dünyada yapmış olduğu zulümlerin cezasını çekmek üzere cehennem kızgın hale getirilip, hazır vaziyette beklemektedir. Dünya hayatında o kadar insanları cehennem nasıl alacakmış sığmaz diyenlere, cehenneme sorulduğu zaman şöyle diyecektir.
 
50/ 30- O gün cehenneme diyeceğiz: “Doldun mu?” O da: “Daha fazlası var mı?” diyecek.
 
Asla orada herkes kendi kazandıklarının dışında bir şeyle yargılanmayacaktır. Sakın ola ki, ananıza babanıza yakınlarınıza alimlerimize peygamberlerin ize güvenip, yanlışlık yapmayın. Orada anlatılanlar gibi kimse kimseye şefaat edemeyecek söz kendisi hakkında hazırlanmış olanlar, ister cehennem isterse de cennetteki makamı ve mevkisinde değişiklik olmayacaktır.
 
50/ 28- (Allah buyurur:) “Benim Huzurumda çekişip-durmayın. Ben size daha önce ‘kesin bir uyarı’ göndermiştim.”
 
50/29- “Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim.”
 
Bu anlatılan gayb haberlerinin mutlaka olacağını aşağıdaki ayetlerle Allah kesin bir bilgi olması açısından yemin ederek anlatmaktadır.
 
81/15- Artık hayır; yemin ederim (gündüz) sinip (gece)lere,
 
Gündüz insanların gözü önünde işleyecek oldukları suçları gizleyerek geceleri bu suçları işlemekte olanlardan bahsetmektedir. Adam gündüz işinde gücünde mesleğinde adam gibi çalışır. fakat geceleri de hırsızlık yapar, adam öldürür, fuhuş yapar. Bu tip insanlardan bahsetmektedir.
 
81/16- Bir akış içinde yerini alanlara;
 
İster inansın isterse de inanmasın her insan kendi inandığı yönde hayatlarını düzenlemektedirler.
 
81/17- Kararmaya ilk başladığı zaman, geceye andolsun,
 
Gece kelimesi Kuran’da iki anlamda kullanılmıştır. Birincisi güneşin batışı ile güneşin doğuşu arasında kalan karanlık bölge, ikincisi de cehalet anlamında kullanılan gecedir. Şimdi bu iki tipte kullanılan geceyi Kuran’dan aktarmaya çalışalım.
 
3/ 190- Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.
 
Bu ayette bahsedilen gece gerçek anlamda bahsedilen güneşin batışı ile doğuşu arasında kalan karanlık bölge olan gecedir.
 
97/ 1- Gerçek şu ki, Biz onu kadir gecesinde indirdik.
 
97/2- Kadir gecesinin ne olduğunu sana bildiren nedir?
 
97/3- Kadir gecesi, bin aydan daha hayırlıdır.
 
97/4- Melekler ve ruh, onda Rablerinin izniyle her bir iş için inerler.
 

97/5- Fecrin çıkışına kadar bir esenliktir (selamdır) o.

Burada bahsedilen gece bildiğimiz gerçek anlamındaki gece değildir. Bir başka söyleyişle ramazan ayının yirmi yedinci gecesi değildir. Cehalet karanlığı veya gizli yapılan kötü amellerinin planlandığı gecedir. Eğer Kuran bir gecede indirildiğine inanılıyorsa o yanlıştır. 
 
Kuran belli bir tertil üzere yaşanan hayatın cehaletten kurtularak vahyin aydınlığında her bir cehalet karanlığının delinerek her şeyin açıklanmasıyla insanların bilgilenme-sidir. Mekke toplumu içerisinde iman nedir? Kitap nedir Bilmeyen ümmi bir nebinin getirdiği vahiylerle yirmi üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde karanlıkların tek tek delinerek aydınlığa kavuşturulan bir gecedir.
 
81/18- Ve nefes almaya başladığı zaman, sabaha;
 
Sabah kelimesi güneşin dünyayı ilk ışıklarıyla aydınlatmaya başladığı zaman olarak da kullanılmış ama buradaki sabah cehaletten kurtulmaya başlamanın ilki her şeyin ayan beyan ortaya çıkması anlamındadır. Ahiret alemindeki sabah da, inkar edenlere karanlık olan bir günün gelmesi ve her şeyin açık ve net olarak ortaya çıkması anlamında kullanılmıştır. Şimdiki konumuz o değildir. Onun için onunla ilgili geçen ayetlerde o konuya değineceğiz inşallah. Buradaki sabah cehalet karanlığından Kuran’la uyanılan sabahtır.
 
81/19- Şüphesiz o (Kur’an), üstün onur sahibi bir elçinin gerçekten (Allah’tan getirdiği) sözüdür;
 
Genelde bu ayet müfessirler ve İslam toplumları tarafında yanlış anlaşılmaktadır. Elçi kelimesini Cebrail olarak anlamışlar ve anlatmaktadırlar. Kuran, Allah’ın bir kelamı o kelam nebi ve resul olan Muhammed peygamberin iki dudakları arasında iman edenlere aktarılmaktadır. Elçi ifadesi Allah’tan aldığı vahiyleri aktaran peygamber için kullanılmıştır.
 
Bu konu ile ilgili bir düzeltme açısından, vahyin nebilere nasıl geldiği konusunda biraz açıklama yapmak istiyorum. Kuran’ın hiçbir yerinde vahyin Cebrail aracılığı ile geldiğine dair bir ayet bulunmadığı halde Kuran’da geçen birçok ayetlerin Cebrail kelimesi kullanılarak açıklanmaya çalışılması yanlış temel üzerine yanlış bina yükselmesine neden olmuştur. Kuran’da üç yerde Cibril geçer. Cibril kelimesi de deistlerin ve ateistlerin inanmadığı Allah’ın insanlar içerisinden elçi seçtiği bir insana vahiy iletme olgusudur.
 
2/97- De ki: “Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren Odur.
 
2/98- Her kim Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır.”
 
“Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren odur. İşte kâfir olanlar, bu olayı inkâr etmektedirler. Kendi içlerinde büyüyen ve Muhammed-ül emin olarak adlandırılan şahıs ne zaman ben Allah’tan gönderilmiş bir peygamberim dediği zaman düşmanlık o zaman başlamıştır. Asıl düşmanlık Muhammed peygambere değil asıl düşmanlık Cibril yani Allah’ın vahiy iletme olgu sunadır.
 
Peki; Vahyi ileten Allah değil de Allah Cebrail aracılığı ile iletmiş olsa veya öyle anlaşılsa ne mahsuru var diye akıllara gelebilir. Evet, çok mahsuru var. Elçi kelimesi eğer Cebrail olarak anlaşılırsa Hazreti Meryem’e gelen peygamber olan elçi Cebrail olarak anlaşılırsa Hazreti İsa’nın babasız olduğu inancı ortaya çıkar. 

Eğer peygambere vahiy getiren elçinin Cebrail olduğu anlaşılırsa melekler Peygamberin veya insanların üzerinde bir mevkiye yerleştirilmiş olur. Melekler kuranda insanoğluna secde etmek için vardırlar. Ama melek ve Cebrail anlatışlarına bakacak olursak sanki insanlar meleklere secde eder bir konuma gelmektedir.
Surede konu içerisinde geçen ayetlerin anlatış biçimine baktığımız zaman zaten anlaşılacaktır.

“Şüphesiz o (Kur’an), üstün onur sahibi bir elçinin gerçekten sözüdür”

Buradaki bahsedilen elçi Cebrail için mi kullanılmış yoksa peygamber anlamında olan elçi için mi kullanılmış onu aramaya çalışalım. şimdilik kim olduğuna karar vermeden onu soru işareti olarak bekletelim. Ve ayetleri irdelemeye devam edelim.

81/20- (Bu elçi,) Bir güç sahibidir, arşın sahibi Katında şereflidir.
Kuran’ı getiren elçi bir güç sahibi ve Allah katında şereflidir.

Yine burada elçinin kim olduğuna dair kesin bir bilgimiz yok.

81/21- Ona itaat edilir, sonra güvenilirdir.

O Kuran’ı getiren elçiye itaat edileceğinden ve güvenilir olduğundan söz ediyor. Ve arkasından devam eden ayette de kuranı getiren elçinin kim olduğu meydana çıkıyor. Deli dedikleri mecnun dedikleri kuranı kendisi uydurmuş dedikleri Muhammed peygamber olduğu ortaya çıkıyor.

81/22- Sizin sahibiniz bir deli değildir.

Evet, Allah’tan aldığı bilgileri insanlığa aktaran ve kuranı iki dudakları arasından çıkaran, nebi ve resul olan bir elçidir. Bu ifadeler aynen necim suresinde de geçmektedir. Allah’ın insanlara vahy etmesi veya konuşmasının üç şekilde olduğu anlatılmaktadır. Kâfirlerin vahiy ve bilginin kendilerine de gelmesi gerektiğini söylediklerinde Allah da onlara şöyle cevap vermektedir.

2/ 118- Bilgisizler, dediler ki: “Allah bizimle konuşmalı veya bize de bir ayet gelmeli değil miydi?” Onlardan öncekiler de onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Kalpleri birbirine benzedi. Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa ayetleri apaçık gösterdik.

Burada bilgisizler diye bahsedilen toplumlar ateistler deistlerdir onlar peygamberliğe Allah’tan kitap geldiğine ve ahiret âlemine inanmazlar. Allah da bunların bu itirazlarına karşı şöyle cevap vermektedir.

42/ 51- Kendisiyle Allah’ın konuşması, bir beşer için olacak (şey) değildir; ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahy etmesi (durumu) başka. Gerçekten O, Yüce olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Allah insanlarla konuşma şekillerinden söz ediyor. “ancak bir vahy ile ya da perde arkasından veya bir elçi gönderip Kendi izniyle dilediğine vahy etmesi (durumu) başka. Vahiyle konuşması nebilerle peygamberlerle konuşmasıdır. Bütün peygamberlerle Allah konuşmuş insanları uyarmaları için onların kalplerine direk lika ve ilham etmiştir. 

Perde arkasından konuşması inanmayanlarla konuşmasıdır. Yani eşyanın bilgisine ulaşan herkesle Allah konuşmaktadır. Üçüncü olarak Allah’ın konuştuğu nebilere ahiret gününe Allah’ın kitaplarına iman edenler Allah’tan gelen vahiyleri okuduğu ve onu hayatlarına uyguladıkları zaman Allah onlarla konuşmaktadır.

Allah bütün kâinatta canlı ve cansız ne varsa onların hepsine vahy etmektedir. Kuran’da dağa arıya Meryem’e Musa’nın annesine vs. vahy etmesi hep Allah’ın konuşmasıdır. Ama şu iyi bilinmelidir ki; Allah’ın nebiler dışındaki konuşması kendilerine göre farklı farklıdır. Arıya gelen vahiy ile nebilere gelen vahiy içerik ve konum bakımından aynı değildir.

81/23- Andolsun o (peygamber), onu apaçık bir ufukta görmüştür.
Bu ayette mecazi bir anlatım vardır. Genelde müfessirler apaçık ufukta görülenin melek olduğunu söylemişlerdir. Burada gördüğü Allah’ın güç ve kuvvetidir. İsterseniz Musa peygamberin Allah’ı görmek isteyip de Allah’ın ona verdiği cevabı beraber inceleyelim.

7/ 143- Musa tayin edilen sürede gelince ve Rabbi onunla konuşunca: “Rabbim, bana göster, Seni göreyim” dedi. (Allah:) “Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de Beni göreceksin.” Rabbi dağa tecelli edince, onu paramparça etti. Musa bayılarak yere düştü. Kendine geldiğinde: “Sen ne Yücesin (Rabbim). Sana tevbe ettim ve ben iman edenlerin ilkiyim” dedi.

İşte bu ayeti şu ayet açıklamaktadır. O ayeti de aktardıktan sonra yorumumuzu ortaya koymaya çalışalım.

67/ 3- O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiçbir ‘çelişki ve uygunsuzluk (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?

67/4- Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.

Musa peygambere Allah dağa bak derken yerleri ve gökleri incele Ve oradaki çelişkisizliği ve harikuladeliği gör anlamındadır. Allah hangi varlığı incelersen incele o varlıkta akleden her kim olursa olsun mükemmelliği Allah’ın güç ve kuvvetini orada görür ve hisseder.

Musa peygamberin gördüğü gibi Muhammet peygamber de onu en yakın bir ufukta görmüştür. İsterseniz necm suresinde de aynı ifadeler kullanılmıştır. Bir de o ayetleri aktaralım.

53/ 2- Sahibiniz (arkadaşınız olan peygamber) sapmadı ve azmadı.

Güvendiğiniz kendi içinizden sizden olan o sahiplendiğiniz arkadaş sapmadı ve azmadı.
53/3- O, hevadan (kendi istek, düşünce ve tutkularına göre) konuşmaz.

Onun söyledikleri yeleri ve gökleri yaratan Allah tarafındandır. Kendi istekleriyle nefsinden konuşmaz. Eğer uydurma bir şey söyleyecek olsaydı ve verilen vahyin dışında bir şey söylemiş olsaydı

69/43- Âlemlerin Rabbinden bir indirilmedir.

69/44- Eğer o, Bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.

69/45- Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.

69/46- Sonra onun can damarını elbette keserdik.

69/47- O zaman, sizden hiç kimse araya girerek bunu kendisinden engelleyip-uzaklaştıramazdı.

Demek ki o Allah’tan verilen emirlerle bir şeyler söylüyormuş.

53/4- O (söyledikleri), yalnızca vahyolunmakta olan bir vahiydir.

O yalnızca vahiy konuşur ve onu yerine getirir kendiliğinden bir şeyler karıştıramaz.

53/5- Ona (bu Kuran’ı) üstün (oldukça çetin) bir güç sahibi öğretmiştir.
 

Ona kuranı Cebrail değil Allah öğretmiştir.

53/6- (Ki O,) Görünümüyle çarpıcı bir güzelliğe sahiptir. Hemen doğruldu.

Burada mecazi bir anlatım sanatına geçiyor. Ve Allah’ın her şeyi güzel ve Allah’a yöneldi.

53/7- O, en yüksek bir ufuktaydı.

Allah ile kendisi arasında uzak bir mesafe vardı. Yine mecazi bir anlatım Allah bütün insanlara şah damarından daha yakındır.

50/16- Andolsun, insanı Biz yarattık ve nefsinin ona ne vesveseler vermekte olduğunu biliriz. Biz ona şahdamarından daha yakınız.

53/8- Sonra yaklaştı, derken sarkıverdi.

Resul gece gündüz ararken ve sonunda Allah ile iletişimi kurdu. Buradaki yaklaşım mecazi bir yaklaşımdır.

34/37- Bizim Katımızda sizi (bize) yaklaştıracak olan ne mallarınız, ne de evlatlarınızdır; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. İşte onlar; onlar için yaptıklarına karşılık olmak üzere kat kat mükâfat vardır ve onlar yüksek köşklerinde güven içindedirler.

Bir başka ayette de şöyle söylemektedir.

22/37- Onların etleri ve kanları kesin olarak Allah’a ulaşmaz, ancak O’na sizden takva ulaşır. İşte böyle, onlara sizin için boyun eğdirmiştir; O’nun size hidayet vermesine karşılık Allah’ı tekbir etmeniz için. Güzellikte bulunanlara müjde ver.

53/9- Nitekim (ikisi arasındaki uzaklık) iki yay kadar (oldu) veya daha yakınlaştı.

Yaklaşmanın doruk noktasına kadar ulaştı. Bu yaklaşma fiz iken anlamında değil vahyin iletilmesindeki yoğunlaşma sonucunda ilham ve ilkanın kalbine aktarılması ile yoğunlaşmasıdır. Tıpkı mucitlerin icadını gerçekleştirme anı gibidir.

53/10- Böylece O’nun kuluna vahy ettiğini vahy etti.

Evet, inkârcıların ve kâfirlerin kabul etmediği vahiy gelmeye başladı. Cehaleti aydınlatmak her yanlışlığın düzeltilene kadar vahyin inmesidir.
 

53/11- Onun gördüğünü gönül yalanlamadı.

O bunları görmekle kalpler mutmain olmuş bir şekilde aynel yakin hakkel yakin ilmel yakin o gördü ve bildi.
 
53/12- Yine de siz gördüğü (şey) üzerinde onunla tartışacak mısınız?
 
O yerleri ve gökleri yaratan Allah’ın ayetlerini gördü. Onun hakkında hala itilaf edip görüp görmediği peygamber olup olmadığı konusunda tartışacak mısınız?

81/24- O, gayb (haberlerin)e karşı (söylediklerinden dolayı) suçlanamaz (ya da cimrilikte bulunup kıskançlık yapmaz.)

O peygamber ahiret alemi ile ilgili ve gayıp la ilgili vermiş olduğu bilgiler konusunda suçlanamaz onun söyledikleri doğrudur. O gayb bilgilerini ona öğreten Allahtır.

81/25- O (Kur’an) da kovulmuş şeytanın sözü değildir.

Elde çelişkisiz bir kitap var. O kitabı şeytan söylemedi insanlardan biri de söylemedi eğer insanlar tarafından ortaya konulmuş bir kitap olsaydı içerisinde bir Takım aykırılıklar bulunurdu. Ama kuran çelişkisiz bir kitaptır.

4/82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

Evet, bu kuran Allah tarafından gönderilmiş bir kitaptır diyoruz. Ve kuranın kendisi de öyle söylemektedir. Kuran’da resulünü teselli eden ve Kuran’ın kesin olarak Allah tarafından geldiği ile ilgili şöyle bir pasaj geçmektedir.

10/ 37- Bu Kur’an, Allah’tan başkası tarafından yalan olarak uydurulmuş değildir. Ancak bu, önündekileri doğrulayan ve kitabı ayrıntılı olarak açıklayandır. Bunda hiç şüphe yoktur, âlemlerin Rabbindendir.

10/38- Yoksa: “Bunu kendisi yalan olarak uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Bunun benzeri olan bir sûre getirin ve eğer gerçekten doğru sözlüyseniz Allah’tan başka çağırabildiklerinizi çağırın.”

10/39- Hayır, onlar ilmini kuşatamadıkları ve kendilerine henüz yorumu gelmemiş bir şeyi yalanladılar. Onlardan öncekiler de böyle yalanlamışlardı. Zulmedenlerin nasıl bir sonuca uğradıklarına bir bak.

10/40- Onlardan ona inananlar var ve ona inanmayanlar da vardır. Rabbin bozgunculuk çıkaranları daha iyi bilir.

10/41- Eğer seni yalanlarlarsa, onlara de ki: “Benim yaptıklarım benim, sizin yaptıklarınız sizindir. Siz benim yaptıklarımdan uzaksınız ve ben de sizin yaptıklarınızdan uzağım.”

Bu gün dünya toplumlarına baktığımız zaman kuranın Allah tarafından gönderilmediğini söyleyen Ateist ve deist toplumlardır. Kuran peygamberin tecrübî bir bilgi sonucunda ortaya koyduğu bir kitap olarak anlamaktadırlar ve inanmaktadırlar. 

Kuran üzerinde detaylı bir bilgiye sahip olanlar, bu insan yazması ve uydurması olmayan bir kitap olduğunu anlarlar ve kabullenirler.

Zaten Kuranın Allah tarafından gönderilmediğini söyleyenler de doğal olarak ahiret âlemi ile ilgili olaya da inanmazlar. Çünkü insanların kendi tecrübî bilgilerine göre ahiret âlemi ile bilginin ortaya konulması mümkün değildir.

Kuran elbette belirli ilim dalları ile ilgili bir kitap değildir. Bir insan bir sahada uzman olabilir. Ama bir insanın bütün ilimleri kuşatabilecek onlar hakkında ayrı ayrı uzmanlık oluşturacak bilgi ortaya koyması ne onun bir insan olarak yaşadığı ömür buna imkân verir, ne de akli kapasitesi bunların hepsine yetebilir.

Kuran’da insan davranışlarının psikolojik sosyal davranışlardan tutunda kâinatın yaratılış biçiminde göklerden yerlerden yıldızlardan aydan güneşten bilgiler sunmaktadır. Bu kadar geniş bir yelpazeye sahip bir ilmin bir insan tarafından ortaya konulabilmesi mümkün değildir.

3/ 164- Andolsun ki Allah, müminlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler.

81/26- Şu halde, siz nereye kaçıp-gidiyorsunuz?

Gelin Kuran’a gelin kaçmayın eşeklerin aslandan kaçtığı gibi ürküp gitmeyin.

81/27- O (Kur’an), alemler için yalnızca bir zikirdir;

Evet, o insanlık için bir yol gösterici bir kılavuzdur.

81/28- Sizden dosdoğru bir yön (istikamet) tutturmak dileyenler için.

Kim doğru yolda yürümek isterse ona yol gösterici olan bir kitaptır.

2/2- Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici olan bir Kitap’tır.

81/29- Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.
 
İnsanlar dilemeyi istemedikçe Allah dilemez Allah dilemeyi yaratmamış olsaydı kimse dileyemezdi.
 
Bu ayeti biraz açmak istiyorum. Allah her insana hem doğru yola, hem de yanlış ola gidebilecek eğilimi vermiş. Üstelik sapmayı hidayete gelmeyi ve bağışlamayı da yaratmış Üstelik her iki yolun teklif sunucularını da göndermiş. Bir başka deyişle hem şeytanı hem de nebileri de göndermiş kişiyi sonucuna katlanmak koşulu ile istediği yolda yürüme özgürlüğünü dünya hayatında kendisine vererek denemeye tabi tutmuştur.

Kişinin kendi iradesi ile Allah’ın iradesinin birleşmesi olmadıkça kimse kimse hakkında bir şey dileyemez. Yani kişi kendi istemedikçe onu ne peygamberler doğru yola götürebilir. Ne de şeytan ve dostları onu yanlış yola götürebilirler. 

Bir baba ve bir anne kendi doğru yolda ise çocuklarını da doğru yolda yürütme gibi bir garantileri yoktur. Kişi Allah’ın hidayete gelme ve bağışlanma yolunu yaratmasını seçerse kişi bağışlanır ve hidayete gelir. Allah bağışlanmayı yaratmamış olsaydı kişi bağışlanmayı seçemezdi. Ve doğru yolda da gidemezdi.

Kuranda anlatılan ne peygamberlerin karıları ve çocuklarını doğru yola götüremedikleri gibi ne firavun ve nemrutlar da karılarını doğru yola gidişlerini engelleyememişlerdir. 

Yani ayette bahsedilen,” Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.” Kişinin kendisine Allah dilemedikçe değil, kişi başka bir kişiyi Allah dilemedikçe yola getiremez ifadesi anlaşılmalıdır. Yani Allah dilemeyi yaratmış dileyeni Allah doğru yolda gitmeyi dilemiştir.

Eğer Allah dilediğini saptırmış dilediğini hidayete getirmiş dilediğini de bağışlamış olsaydı. İnsanların ne imtihan olmaya ne de cennet ve cehenneme gitmeye dahili olmamış olurdu. Bu da adalet sahibi olan bir hurma çekirdeğinin etrafındaki lifler kadar haksızlık yapmayan Allah’ın adil sıfatıyla uyum sağlamazdı.

Öyleyse kişinin özgür iradesiyle dilediğini Allah diliyor. Kişi haramı dilemişse haramı işliyor helali dilemişse helali işliyor. Hiç hırsızlık yapmaya gideni insanlardan müdahale eden olmazsa Allah’ın onu özel bir engelleme ile engellediğine rastladınız mı?

İşte kuranın ne söylediğini değil ne söylemek istediğinin anlaşılması ve yakalanması gerekir. Bazı âlim diye pofpoflananlardan bir kısmı, Allah bir insanı kâfir olarak yaratmış ifadesi kullanmaktadırlar. Allah hiç kimseyi kâfir olarak yaratmaz. Kişi kendisi kâfir olmayı seçer. İlk yola gidişte bu yanlışlığının kendisi de farkındadır. Ama sonradan kendi yolu onu süslü görünmeye başlar.

En doğrusunu Allah bilir. Biz ne kadar doğruyu yakalamak için gayret göstersek  de mutlaka yanlışlarımız olacaktır. 

Doğrularımız Allah’a yanlışlarımız bize aittir. Çalışmak bizden Tevfik Allah’tandır.

ALİ RIZA BORAZAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.