74 – MÜDDESİR SURESİNİN TEFSİRİ

RAHMAN RAHİM OLAN ALLAH’IN ADIYLA;

74/1- Ey bürünüp örtünen,

Yerleri ve gökleri yaratan Allah’tan Nazik bir sesleniş, Ey bu güne kadar toplumlardaki yanlış davranışların derdini kendisine dert edinip de. İlahi vahye muhatap olan ve bu yanlışlıkların çözümü karşısında duyarlılığı doruk noktasına varan resul!

74/2- Kalk (ve) bundan böyle uyar.

Artık Kendi kabuğunu yırtarak toplumun içerisine gir ve onları usulüne uygun bir şekilde uyar.

74/3- Rabbini tekbir et (yücelt)

Yerleri ve gökleri yaratan insanı dünya hayatında eğiten ve doğru yolu gösteren Allah’ın rabliği altında bir çıkışla onun ismini onun rabliğini duyur. Ve insanlar bundan habersiz olmasınlar.

74/4- Elbiseni temizle.

Kuran yine mecazi bir anlatım sanatı kullanarak sanatsal üslupla anlatmaya başlamaktadır. Elbise kelimesini Kuran bütünlüğüne baktığımız zaman iki anlamda kullanmıştır. Birisi takva elbisesi bu elbise insanın iç dünyasının vahiy aydınlığı çerçevesinde aydınlanarak kinden nefretten düşmanlıktan kendisini aydınlatması ve arındırması demektir.

İkinci elbise ise toplumlara ve dış dünyaya karşı kendisini arındırması ve insanların karşısına hem giyiniş hem de davranış olarak temiz halis bir davranış ve eylemle karşılarına çıkmaları demektir. Biz konu içerisinde Kuran’ın dış elbiseden mi takva elbisesinden mi bahsettiğini ancak ayetlerin geliş seyrinden anlamaktayız. Şimdi Kuran’dan örnekler vererek söylediklerimizi açmaya çalışalım.

7/26- Ey Âdemoğulları, Biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size ‘süs kazandıracak bir giyim’ indirdik (var ettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.

7/27- Ey Âdemoğulları, şeytan, anne ve babanızın çirkin yerlerini kendilerine göstermek için, elbiselerini sıyırtarak, onları cennetten çıkardığı gibi sakın sizi de bir belaya uğratmasın. Çünkü o ve taraftarları, (kendilerini göremeyeceğiniz yerden) sizleri görmektedir. Biz gerçekten şeytanları, inanmayacakların dostları kıldık.

Bu ayetlerde bahsedilen elbise dikkat ederseniz takva elbisesidir. İnsanlar iç dünyalarında iki yola gidebilme dürtülerinin kaynağı bulunaktadır. Birisi takva vicdan denilen rabbani yola insanları kanal ize eden dürtüdür, diğeri ise iblisin yani fıskın yani nefisin insanı dünya yaşamına kılavuzluk eden dürtüdür. İşte kuranın lisanı haliyle izah ettiği insanda yaratılırken imtihan alanına insanın girmesi ve denemeye tabi tutulması insanda iblis olgusunun ortaya çıkışıyla başlamıştır.

Allah ise insanın iblisin vesveselerine kapılarak insanın dünya hayatında yaşamasını onaylamamakta takva elbisesinin insan hayatında yeşermesini ve anlamlaşmasını istemektedir. İşte müddesir suresinde “elbiseni temizle” diye bahsedilen ayetin asıl anlamı budur. İblisin insana verdiği vesveselerden kurtularak takvanın insana verdiği tekliflerin dürtülerinin önce kendisi içerisinde bir karar verme noktasına gelmesinden getirilmesinden söz edilmektedir.

İkici Anlamda kullanılan elbise ise, İnsanlara karşı insanların namahrem yerlerini sıcaktan soğuktan korumak için bahsedilen elbisedir.

16/80- Allah, size evlerinizi (içinde) “güvenlik ve huzur bulacağınız yerler” kıldı ve size hayvan derilerinden hem göç gününde, hem yerleşme gününde kolaylıkla taşıyabileceğiniz evler; yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir zamana kadar giyimlikler-döşemelikler ve (ticaret için) bir meta kıldı.

16/81- Allah, sizin için yarattığı şeylerden gölgeler kıldı. Dağlarda da sizin için barınaklar-siperler kıldı, sizi sıcaktan koruyacak elbiseler, sizi savaşınızda (zorluklara karşı) koruyacak giyimlikler de var etti. İşte O, üzerinizdeki nimetini böyle tamamlamaktadır, umulur ki teslim olursunuz.

Bu ayrıntılara girmemizdeki asıl sebep bununla ilgili ayetler geçtiği zaman konu içerisinde hangi anlamda kullanıldığını önceden bilgilenip rahat anlaşılabilmesi açısındadır.

Dikkat ederseniz Allah nebi ve resulüne hangi elbiseden bahsettiği konu içerisinde arkasından gelen ayette anlaşılmaktadır.

74/5- Pislikten kaçınıp-uzaklaş.

İnsan davranışları insanın öz yapısında var olan olguların tezahürüdür. Eğer insanlarda kötülüklere karşı bir eğilim dürtüsü olmamış olsaydı insanlar da melekler gibi sadece kendilerine kodlanmış bilgiler çerçevesinde hareket ederlerdi. İnsanları meleklerden ayıran temel özellik insanları kötülüğe sevk etmesinin dürtüsünü veren iblis olgusunun var olmasıydı.

İnsanlardan iblis olgusunu kaldırsan atsan insanlar da melekler konumunda olurlar, yeryüzünde savaş yapmazlar, adam öldürmezler kan dökmezlerdi. Ve verilen görev alanı dışına çıkmazlardı. İşte insanı imtihan olmaya tabi tutan olgu iblisin insan içerisinde kötülüklere karşı istekte bulunmak içindir. bu kötülükler ilkesinin sembolü de Kuran’da şeytan olarak anılmaktadır. Konuyu fazla uzatmadan ve dağıtmadan bir ayet örneği vermek burada yerinde olacaktır.

7/ 20- Şeytan, kendilerinden ‘örtülüp gizlenen çirkin yerlerini’ açığa çıkarmak için onlara vesvese verdi ve dedi ki: “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.”

7/21- Ve: “Gerçekten ben size öğüt verenlerdenim” diye yemin de etti.

7/22- Böylece onları aldatarak düşürdü. Ağacı tattıkları anda ise, ayıp yerleri kendilerine beliriverdi ve üzerlerini cennet yapraklarından örtmeye başladılar. (O zaman) Rableri kendilerine seslendi: “Ben sizi bu ağaçtan menetmemiş miydim? Ve şeytanın sizin gerçekten apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim?”

İşte takva elbisesiyle fısk elbiselerinin kuranda bahsedilen en tipik örneklerdendir. Eğer insan yapısında iblis ve onun ilkelleşerek kötülükler haline gelen davranışları olmamış olsaydı kadın ve erkek hepsi birer melek olurlardı.

Bir insandan hem bir peygamber hem de bir şeytan çıkabilmektedir. Peygamberler ve şeytanların ham maddesi insan olan insandan ortaya çıkmaktadır. Eğer insanların kendi dinamiklerinde kötülüklere ve güzelliklere karşı eğilimi olmamış olsalardı insanlardan ne peygamber ne de şeytanlar türerdi. 

Ama dünya hayatında insanların omuzlarına yüklenmiş bir emanet sorumluluk ve görev vardır. Zaten insanların hangisinin kendi özgür iradeleriyle bu sorumluluğu yerine getirebilecekler diye imtihana tabi tutulmaktadırlar.

33/ 72- Gerçek şu ki, Biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.

İşte Allah’ın insanlara yüklediği emanet Dünya hayatında insanlara adam olma hüviyetlerini hiçbir zaman şeytanın eline kaptırmamak onun oyuncağı haline gelmemektir. İşte pisliklerden uzaklaşmak budur. İşte takva elbisesi budur. İşte temizlenmek budur.

74/6- Daha çok istekte bulunmak için iyilik yapma.

İnsanların yapmış oldukları iyi ve kötü davranışların karşılığı insan ve evren kuralları dışında Allah’ın özel bir yardımı olmadan karşılığı ahiret âleminde verilecektir. İnsanlar. Bazıları bazılarına iyilik yaptıkları zaman Onlardan isteyerek ve istemeyerek bir takım kötülükler gelebilmektedir. 

Onlardan gelen kötülükler sanki Allah o iyiliğin karşılığı imiş gibi Allah’tan kötülük geldiğini sanmaktadırlar. Hayır; Allah insanlara dünya hayatında yapmış olduğu kötülüğün karşılığını da vermez yapmış olduğu iyiliğin karşılığını da vermez. Allah öyle ya da böyle iyiliği kötülüğü rızkı ortaya koymuş insanların seçimine bırakmıştır.

74/7- Rabbin için sabret.

Seni terbiye eden sana ilim ve hikmeti veren Allah isteseydi dünya hayatında bütün insanları tek bir ümmet tek bir şeriat altında toplayabilirdi. bunlara gücü yeterdi. Ama insanları Dünya hayatında hangisinin güzel davranışlar ortaya koyup koymayacağını Allah denemektedir. İnsanlar dünya hayatında ibadet ve kulluk için yaratılmışlardır. 

Ama onların kulluk dışında yol almaları Allah’ın istediği değildir. Allah’ın kulluğu dışında yol Alanlar şeytanın dostları ve arkadaşlarıdır. Onlar asla Müslüman olanlara karşı iyi davranış ve iyi niyet beslemezler. Ve onlar devamlı sen Kuran’ı okudukça ve yaşadıkça sana karşı kin ve nefretleri artacak bunlara karşı sen sabret. Ve yolunda dimdik istikrarlı bir şekilde yürü.

74/8- Çünkü o boruya (sur’a) üfürüldüğü zaman,

Evet, burada hem insanların ölümünden hem de insanoğlunun dünya hayatındaki işlevinin bitişini ve bütün kâinatın yok oluşunu, ve yeni bir yaratılışla yaratılacak olan kıyametten söz etmektedir. İnsanlar ölünceye kadar bu zulüm ve işkencelerini sürdürebilirler. Dikkat ederseniz sabır ayetleri Müslüman olanların Mekke döneminde güç ve kuvvet sahibi olmadıkları zamanda çokça zikredilmektedir. Eğer Müslümanların palazlanıp güç ve kuvvet oldukları Medine döneminde olsaydı, sana saldıranlara karşı sen de saldır diye emir gelirdi.

Kâfir ve zalimler için bir ecel kadar süre tanınmıştır. İnsanlar öldüğü zaman artık zulüm ve işkence bir daha yapamayacak inanmadığı ahiret âleminde bukağıların zebanilerin kızıştırılmış olan cehennemin korkunç homurtusunu işittiği zaman her şey ayan beyan ortaya çıkacak ve bir kaçış yolu da bulamayacaktır.

74/9- İşte o gün, zorlu bir gündür;

İşte o gün zorlu bir gündür. İnsanların kendi istek ve arzularına göre davranamadığı özgürlüklerin tamamen kaybolduğu yaptıkları işkence ve zulümlerin karşılığını görecekleri dehşet bir gündür.

74/10- Kafirler içinse hiç kolay değildir.

İnkâr edenler inanmayanlar için daha şiddetli bir azabın olduğu bir gündür.

74/11- Kendisini tek olarak (ve yapayalnız) yarattığım (şu adam)ı Bana bırak;

Her insan yaratılırken hiçbir zaman birisiyle beraber yaratılmazlar. ikiz ve üçüz olanlar bile oluşum ve doğumlarını tek tek gerçekleştirirler. Bunun yanında da ölürlerken insanlar ayrı ayrı herkes kendi ölümlerini gerçekleştirmektedirler. Bu yalnızlık içerisinde olan insanların bu kadar gururlanıp ve mağrurlanma ölüm anında cehenneme gidiş anında bile kimseleri yanında bulamaması, o dehşet veren bir günden kendilerini koruyamaması onları ürkütmüyor.

74/12- Ki Ben ona, ‘alabildiğine geniş kapsamlı bir mal (servet) verdim.

Dünya hayatında insanlara mal mülk verdiği halde onlara sevgiyi saygıyı aşırı boyutlara ulaştırıp Allah’a olan saygı ve sevginin önüne geçirmişlerdir.

Düşünüldüğü zaman, gözlerini kaybeden bir insana eğer yedek parça olarak göz bulunmuş olsaydı, onu yerine taktırmak için nelerini vermezdi ki? İnsanlarda sayılamayacak kadar hücreler var birçok organları var bunların herhangi birisi işlevini kaybetse vücut düzgün olarak yoluna devam edemez. Tıpkı bir araba gibi o arıza giderilmeden randıman veremez. Allah insana bir akıl nimeti vermiş. Bir el ve ayak nimeti vermiş. Bir kulak işitme nimeti vermiş. Daha niceleri var. Bunlardan birisi eksik olduğu zaman düşünün insanlar neleri kaybediyor.

Kuran Malı hem kendisine verilmiş donanımlı bir hali, hem de evrene yaymış olduğu yiyecek içeceklerden kullanacak malzemelerden bahsetmektedir. Birkaç dakika nefes almasını engel olsan insanın hayatı biter. O zaman insana kendisini ve kâinatı yaratan ve yaratılmış olan bütün varlıkları insanoğlunun önüne seren Allah’a bir teşekkür etmez mi? 

Bu ne biçim nankörlüktür. Teşekkür asıl hak sahibi olan Allah’a değil de Allah’tan alıp insanlara verene yapmak asıl hak sahibini görmezden gelmek olur. İçilmesi zehir zıkkım olan sigara bile ikram ettiği zaman onun önünde bel büküp eğilirken, her şeyini donatan Allah’a teşekkür etmemek gerçekten adil olmayan bir davranış olsa gerektir.

74/13- Göz önünde-hazır çocuklar (verdim).

Bu konu ile ilgili olayı, Kuran şöyle anlatmaktadır.

7/189- O, sizi tek bir nefisten yarattı ve kendisiyle durulup-yatışması için ondan eşini var etti. Onu (eşini) örtüp-bürüyünce, o da bir yük yüklendi de bununla (bir süre) gezindi. Nitekim ağırlaşınca, ikisi Rableri olan Allah’a dua ettiler: “Eğer bize salih (bir çocuk) verirsen, andolsun şükredenlerden olacağız.”

7/190- Ama O, onlara (Adem’in çocukları erkek ve kadınlara) salih (bir çocuk) verince, kendilerine verdiği şey konusunda Ona ortaklar kılmaya başladılar. Allah, onların şirk koştuklarından Yücedir.

7/191- Kendileri yaratılıp dururken, hiçbir şeyi yaratamayan şeyleri mi ortak koşuyorlar?

7/192- Oysa (bu şirk koştukları güçler ve nesneler) ne onlara bir yardıma güç yetirebilir, ne kendi nefislerine yardım etmeye.

7/193- Onları hidayete çağırırsanız size uymazlar. Onları çağırırsanız da, suskun dursanız da size karşı (tutumları) birdir.

7/194- Allah’tan başka taptıklarınız sizler gibi kullardır. Eğer doğru iseniz, hemen onları çağırın da size icabet etsinler.

Allah çocuk sevgisini insanların özüne öyle yerleştirmiş ki Sevgiyi ve ona olan bağı Allah’a olan sevginin ve bağın önüne geçirilmektedir. Mal mülk kadınlar erkekler babalar analar yakınlar hep birer nimet ve zenginliktir. Hiçbir varlık Allah’tan daha önemli değildir. bu sebeple de onlara olan sevgi ve bağlılık Allah’ın önüne geçirilemez onların yakınlığı ve uzaklığı adil davranmayı da engellememesi gerekmektedir.

4/135- Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhine bile olsa, Allah için şahitler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.

Allah’a olan sevgi ve hürmet onun koyduğu ilkelerin yüceltilmesi ve hayatta anlam haline gelmesidir. Allah’ın ayetlerinin yeşermediği söz edilmediği bir toplum şeytanın hükmünün geçerli olduğu toplumdur.

74/14- Ve sayısız imkân ve fırsatları önüne serdim.

İnsana o kadar mal mülk verdi ki; İnsan Allah’ın verdiği bu nimetlere şükretmedi.

74/15- Sonra, daha arttırmam için tamah eder (doyumsuz istekte bulunur).

Hatta daha arttırması için istekte bulunur. Bir dünya kadar malı olsa bir dünya kadar daha olmasını ister. Durmadan sermayesinin üzerine sermaye koymak ister. Oysa, insanın dünya hayatında ne kadar yiyeceği olabilir ki? İhtiyacının dışındakileri infak etmesi gerekirdi. Kazandıklarından hiç ahiret âlemine götürebilen var mı?

74/16- Hayır; çünkü o, Bizim ayetlerimize karşı ‘kesin bir inatçıdır.”

Malları ilahlaştıran arttırdıkça artıranlar, Allah’ı gereği gibi kadrini kıymetini takdir edemeyenler, Allah’ın göndermiş olduğu emir ve yasaklara karşı kulaklarını tıkayanlar gözlerini kapatanlar ve kalp hislerini kaybedenlerdir.

74/17- Onu alabildiğine sarp bir yokuşa süreceğim.

İşte o tip insanları Ahiret âleminde Allah’ın yaratığı cennet nimetlerinden mahrum etmek için dünyada cehennemin azabını tattırmak için sarp bir yokuşu kolaylaştıracaktır.

92/10- Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız.

Allah Dünya hayatında halife olarak yarattığı insanlara iki yol iki amaç vermiştir. Her iki yola gidebilmenin metodolojisini de ortaya koymuştur. Kim hangi yolu seçerse o yolun amacına kendisini ulaştırmak için yolları kolaylaştırmaktadır. Bakınız şu ayetler bunu çok güzel açıklamaktadır.

92/5- Fakat kim verir ve korkup-sakınırsa,

92/6- Ve en güzel olanı doğrularsa,

92/7- Biz de onu kolay olan için başarılı kılacağız.

Bu İman eden ve Salih amel işleyenler için geçerli olan bir ifadedir. Kim Allah’a ve onun gönderdiği nebi ve resullere inanıp kötülüklerden kendisini arındırır sa ve kendisine verilmiş olan nimetlerden ihtiyaç sahiplerine aktarırsa işte o yolda olanlara Allah cenneti kolaylaştıracaktır. Cennet nimetleri, girenlere zorlukla karşılaşmadan seferber edileceği dünya hayatında kazandıklarının hasadının karşılığının verileceği bir yerdir. Bu Müslüman olanlar içindir.

92/8- Kim de cimrilik eder, kendini müstağni görürse,

92/9- Ve en güzel olanı yalan sayarsa,

92/10- Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız.

Kim de Allah’ın kendisine verdiği nimetleri cimrilik ederek gerektiği zaman ihtiyaç sahiplerine vermez de sakınırsa ve üstelik kibir ve gurur onu sararsa ahiret âlemini de yalan sayarsa biz de cehennemi onun için kolaylaştıracağız.

Düşünün; içkinin kumarın fuhuşun sigaranın bağımlılığına yakalanmış insanlar o bağımlılıktan kendileri içilmesini, istemedikleri halde bir türlü kurtaramıyorlar. Alışmak kudurmuş olmaktan beterdir diye bir söz var. Tıpkı onun gibi, insan neye alışırsa onun peşinden gidiyor. Bu ister iyi yolda olsun isterse kötü yolda olsun.

Kötü yolda gidenlere cehennem kolaylaşmakta iyi yolda gidenlere cennet kolaylaşmaktadır.

74/18- Çünkü o, düşündü ve bir ölçü tespit etti.

Her insanın doğasında karar verme aşamasına gelebilmesi için bir şura heyeti toplanır. Mecliste hükumet ve muhalefet diye anılırken insanda da aynı olgu takva ve nefis diye geçer. Her insan takvadan gelen sesler doğrultusunda karar vermek istediği zaman, Kendisine gönderilmiş olan vahiyler çizgisi içerisinde yapacağı işi kararlaştırır. 

Kişi fısk ve fücur yolunda gitmek isterse kendi hevasına uygun olanı tercih eder kararını o yönde verir. Hazreti Yusuf’u Vezirin hanımı karşısında muhafaza eden nefisi ona da o isteği teklif sunduğu halde Allah haram ettiği için ondan kaçınmayı başına gelecek olan her türlü zorluklara rağmen karalı kılan onun Muttaki oluşuydu.

12/53- “(Yine de) Ben nefsimi temize çıkaramam. Çünkü gerçekten nefis, -Rabbimin kendisini esirgediği dışında- var gücüyle kötülüğü emredendir. Şüphesiz, benim Rabbim, bağışlayandır, esirgeyendir.”

İşte iman eden ve kararını verip Rabbin yolunda yürümek isteyenlerle kararını verip nefsin, iblisin, şeytanın yolunda yürümek isteyenlerin tutum ve davranışları herhalde bir değildir.

74/19- Kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?

Rab; Belli ki müstekbirin bu halinden hoşnut değil. Koyduğu ölçü hak ve adalet ilkelerine uymayan bencil bir karar.

74/20- Yine kahrolası, nasıl bir ölçü koydu?

Belli ki yaratanın hiç hoşuna gitmeyen ve müstekbirin vermiş olduğu kararın ne kadar yanlış olduğunu vurgulamak için bize aynı ifadeyi iki sefer kullanmaktadır.

74/21- Sonra bir baktı.

İnsanlar ilk yol seçimlerini yaparlarken nötr bir konumdadırlar. O karar verme aşamasındaki insanın konumunu anlatmaktadır.

74/22- Sonra kaşlarını çattı ve yüzünü ekşitti.

İşte kararını nefsinin bencil tutkuları yönünde veren insanları bir profilini çizmektedir.

74/23- Sonra da sırt çevirdi ve büyüklük tasladı (istikbar).

Artık şeytani yolda gidişin kararı verilmiş Kibir-lenmiş gururlanmış olarak maratonda koşmak için yerini kendisi belirlemiştir.

74/24- Böylece: “Bu, yalnızca ‘aktarılarak öğrenilen’ bir büyüdür” dedi.

Onun büyüklük gururu Mal ve servet bakımından yoksun olan, toplumun büyüklerinden de olmayan bir nebinin getirdiklerini yalanlamakla hayata başlarken ilk yanlış adımını atmış oluyor.

Bu yanlış hayata bakış deli bir meyve ağacının aşılanmışı gibidir. o bir zar ile hayatın meyvesini vermektedir. İman edenler hayata vahyin penceresinden bakarlar ve onun bahçesinde yerler içerler, İman etmeyenler ise küfrün penceresinden bakarlar ve onun bahçesinde rızıklanırlar. Ama Allah insanlara küfrün penceresinden bakmayı ve o bahçenin ağaçlarından meyvelerinden yememeyi insanlara salık vermektedir.

74/25- “Bu, bir beşer sözünden başkası değildir.

Kuran hakkında detaylı bir bilgi birikimine sahip olmayan insanlar bu ifadeyi kullanmaktadırlar. Eğer onlar Kuran’ın çelişkisiz mucizevî bir anlatımını kavrayabilmiş olsalardı, asla Kuran’ın bir insan tarafından uydurulmuş bir kitap olduğunu söylemezler ve söyleyemezlerdi.

Bu gün dünya üzerinde bulunan ateist ve deist inancına sahip olanların tümü peygamberlik olgusuna inanmazlar. Dolayısı ile onların ahiret âlemine olan inançları da yoktur. Kuran bu olayı anlatırken şöyle buyurmaktadır.

6/91- Onlar: “Allah, beşere hiçbir şey indirmemiştir” demekle Allah’ı, kadrinin hakkını vererek takdir edemediler. De ki: “Musa’nın insanlara bir nur ve hidayet olarak getirdiği ve sizin de (parça parça) kâğıtlar üzerinde yazılı kılıp (bir kısmını) açıkladığınız ve çoğunu göz ardı ettiğiniz kitabı kim indirdi? Sizin ve atalarınızın bilmediği şeyler size öğretilmiştir.” De ki: “Allah.” Sonra onları bırak, içine ‘daldıkları saçma uğraşılarında’ oyalanıp-dursunlar.

Evet, Allah insanlardan bir elçi seçerek bilgi vermesini kabul etmeyenler bir aldanış ve bir yanılma içerisindedirler. Onun kendi bilgisiyle böyle insanların toplanıp da bir araya gelseler meydana getiremeyecekleri bir kitabı meydana getirmesi ve tecrübî bir bilgiyle ortaya konması olacak bir şey değildir. Eğer bir insan yazması olmuş olsaydı içerisinde birçok aykırılıklar olacaktı. Oysa, Kuran’ı okuyanlar ve onu iyi anlayanlar Kuran’da muazzam bir uyumluluk olduğunu anlayabilirler.

4/82- Onlar hala Kuran’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının Katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.

74/26- Onu Ben, cehenneme sürükleyip-atacağım.

Hayatın haramlarla harmanlanmış bölümünü seçenler için dünya hayatında başlarına bir takım evrensel ve toplumsal kurallara uyama nedeniyle bir takım belalar gelmektedir. Ama dünya hayatında yanlış gidişin asıl bedelini insanlar ahiret âleminde yeni bir yaratılışla yaratılarak cehennemle ödeyeceklerdir. İşte nebi ve resuller, bu haberi vermek için asıl gündemlerini oluşturmaktadırlar. Bu haberi insanlar o belaya çarptırılmadan uyarmaktadırlar.

Helak kavramı da müfessirler tarafından yanlış anlaşılmış bir kavramdır. Allah dünya hayatını bir deneme imtihan salonu, ahiret hayatını da onun hasadının oluşacağı yer olarak tanımlamıştır. Nebilerin asıl getirdikleri mesaj ahiret âleminin varlığını insanlara duyurup haber vermek ve o hayata karşı o hayattaki bir takım olumsuzluklar gelmeden dünya hayatında iken onların uyarılmasıdır. Bir örnek verelim.

6/130- Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: “Nefislerimize karşı şehadet ederiz” derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kafir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şehadet ettiler.

İşte helak kavramı dünya hayatında iken cehenneme gidiş yoluna yürüyerek geriye dönüşü mümkün olmayan bir sarmalın içerisinde boğulması kaybolması demektir.

Kavimlerin helakinden kuran söz ederken ahiret âleminde olacak olan bir olayı sanki dünya hayatında olmuş gibi bir anlatım ortaya koymaktadır. Eğer kuranda geçen Nuh tufanı Lut kavminin samut kavimlerinin helak mecazi anlamda değil de gerçek anlamında anlatılmış olsaydı şu verecek olduğum ayetlerle tezatlık teşkil ederdi.

35/45- Eğer Allah, kazandıkları dolayısıyla insanları (azap ile) yakalayıverecek olsaydı, (yerin) sırtı üzerinde hiçbir canlıyı bırakmazdı, ancak onları, adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Sonunda ecelleri geldiği zaman, artık şüphesiz Allah Kendi kullarını görendir.

22/40- Onlar, yalnızca; “Rabbimiz Allah’tır” demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescidler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah Kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah, güçlü olandır, Aziz olandır.

Dünya hayatında deneme sınama var. anlatılanlar gibi verilmiş helak ve cezalar yoktur.

74/27- Cehennem (sakar) nedir, sen bilir misin?

Cehennem hakkında insanların vahyi bilgiler dışında bilgi edinebilecekleri hiç bir yer yoktur. Ateist ve deistlerin yanıldıkları en büyük yanı burasıdır. Onlar “ Allah beşerden bir adam aracılığı ile vahiyler göndermez” İnancındadır. Bu sebeple vahye karşı duyarsız kalmaktadırlar. Kuran cehennemin ne anlama geldiğini bakınız devam eden ayetlerde nasıl izah etmektedir.

74/28- Ne alıkoyar, ne bırakır.

Ayette ifade edilen ne alı koyar ne de bırakır ifadesini kuran başka ayetlerde izah etmektedir. Dünya hayatındaki insanların bedenleri yaratılış olarak belirli bir ateş onları yaktığı zaman ölürler. Bir daha da dünyaya geri gelmezler. Ama Ahiret hayatında ölüp de kurtulmak yoktur. Onların derileri yandıkça dökülür. Tekrar yenilenerek azap devam eder.

4/56- Ayetlerimize karşı inkara sapanları şüphesiz ateşe sokacağız. Derileri yanıp döküldükçe, azabı tatmaları için onları başka derilerle değiştireceğiz. Gerçekten, Allah, güçlü ve üstün olandır, hüküm ve hikmet sahibidir.

Dünya hayatında yaratılmış olan vücut ateşe dayanıklı değildir. Ateşe atarsan iman etmeyenlere göre ölür ve kurtulur,. Ama ahiret hayatında insanlar yeni bir yaratılışla yaratılıp ebedi bir azaba dayanıklı hale getirileceklerdir.

56/35- Gerçek şu ki, Biz onları yeni bir inşa (yaratma) ile inşa edip-yarattık.

74/29- Beşere delicesine susamıştır.

İman etmeyen ve zulmünü dünya hayatında yaptıkça artıranlar, kendilerinin yapmış oldukları bu zulmün bedelini ödemeyeceklerini sanan insanlara karşı cehennem sabırla kendilerine gelecekleri anı sabırsızlıkla gelmelerini beklemektedir. 

Gelen elçileri öldürenlere, mazlum olanlara zulmedenlere, kız çocuklarını diri diri gömenlere, hak sahiplerine haklarını vermeyenlere üç yaşındaki beş yaşındaki kızlara tecavüz edip onları öldürenlere, Annesini babasını kesip öldürenlere, güçlü olup zayıf olanlara karşı gücünü işkence malzemesi olarak kullananlara karşı cehennem diş bilmektedir. 

Bu ifadeler Kuran’da hep lisanı haliyle konuşturulmakta.

74/30- Onun üzerinde on dokuz vardır.

Dünya hayatında suç işleyenler belki yakınlarının koltuk ve makam sahiplerinin dayılarının amcalarının bir telefon etmeleriyle veya bir kefalet parası ödeyerek kurtulabilmektedir ama ahiret âleminde böyle bir şansları yoktur. Orada kaçışı mümkün olmayan bekçiler tarafından onlar azabın içerisine sürüklenerek cezalarını çekmek için sürükleneceklerdir. On dokuz ifadesi kaçışı kurtulması imkânı olmayan bekçiler tarafından etrafı sarılmaktadır. Anlamını ifade etmektedir.

74/31- Biz o ateşin koruyucularını meleklerden başkasını kılmadık. Ve onların sayısını inkar edenler için yalnızca bir fitne (konusu) yaptık ki, kendilerine kitap verilenler, kesin bir bilgiyle inansın, iman edenlerin de imanları artsın; kendilerine kitap verilenler ve iman edenler (böylece) kuşkuya kapılmasın. Kalplerinde bir hastalık olanlar ile kâfirler de şöyle desin: “Allah, bu örnekle neyi anlatmak istedi?” İşte Allah, dilediğini böyle şaşırtıp-saptırır, dilediğini böyle hidayete erdirir. Rabbinin ordularını Kendisi’nden başka (hiç kimse) bilmez. Bu ise, beşer (insan) için yalnızca bir öğüttür.

Yeri ve zamanı geldikçe Melek kelimesi üzerinde durmaya çalışacağım. Melek; İnsanların fiziki yapısı da dahil olmak üzere insanların dışındaki yaratılmış olan canlı ve cansız kendilerine kodlanmış bilgilerle insanların emirlerine amade olan varlıkların tümünün adıdır. 

dünya hayatında cehennem azabından koruyan malzeme melekler olduğu gibi, dünya hayatında insanları cehenneme atan da aynı zamanda meleklerdir. Bu aynı zamanda bir bıçağın insanlara yemeklerini yapmak için soğanını domatesini doğraya-bilen bir alet olduğu gibi, dünya hayatını, dünyasını karartan bir insanı öldürmede kullanabilen bir malzemedir, de.

Melekler iki ağızlı bir bıçak gibidirler. İnsanlar dünya hayatını onlarla güzelleştirip mamur ettikleri gibi, Aynı zamanda meleklerle insanlar dünya hayatını berbat hale getirebilirler.

74/32- Hayır; Ay’a andolsun,

Yine Kuran insanların bildikleri şeylerden göstererek atıf yaparak nasıl ayı biliyor ve görüyorsanız arkasından gelecek olan insanların bilmedikleri gayıp haberleri ile ilgili bilgi vermeye başlamaktadır.

74/33- Dönüp gittiği zaman geceye,

Yine burada bilinen bir geceyi insanlara göstererek bir şeyler anlatmak istektedir.

74/34- Ağardığı zaman sabaha,

Buraya kadar konu içerisinde nasıl ayı görüyor ve biliyorsanız nasıl güneş battığı zaman arkasından gelen bir karanlığın farkındaysanız, Nasıl gecenin ardından bir sabahın oluşunu izliyorsanız. Mutlaka bu dünya hayatının arkasından bir de ahiret âlemi gelecektir.

74/35- Gerçekten o, büyük (musibet)lerden biridir.

İşte İnsanların büyük bir kısmının inanmadığı veya insandım dediği halde inancına uygun bir yaşam tarzını sergilemediği Büyük musibetlerden biri olan cehennem azabı mutlaka gelecektir.

74/36- Beşer (insan) için bir uyarıdır.

Bu Kuran ve nebilerin getirdikleri vahiyler, o büyük azap için bir uyarıdır.

74/37- Sizlerden öne geçmek veya geride kalmak isteyenler için.

Kuran kitaptan miras bıraktıklarını üç sınıfa ayırmaktadır. Allahın verdiği malla yarış ederek ön safta olanlar, ikincisi ise orta yolda olanlar, üçüncüsü ise nefislerine zulmedenlerdir.

35/32- Sonra Kitab’ı kullarımızdan seçtiklerimize miras kıldık. Artık onlardan kimi kendi nefsine zulmeder, kimi orta bir yoldadır, kimi de Allah’ın izniyle hayırlarda yarışır öne geçer. İşte bu, büyük fazlın kendisidir.

Bu ayet Allah’tan vahiy geldiğinin bilincinde olan ve vahye muhatap olan inanlardan bahsetmektedir. Bu insanları Kuran üç kısma ayırmaktadır. Birincisi bu vahyin aydınlığında hakla batılı doğru ile yanlışı ayırt edebildiği halde bu nimetlerden iblisin kendisini kuşatması ve gereği gibi istifade edemeyerek dünyalık zevklerini ebedi hayata tercih edenler için kullanmaktadır.

İkincisi Vahye muhatap olanlardan Allah’ın verdiği nimetlerden hem dünya hayatını hem de ahiret hayatını unutmadan orta bir hayat sürenlerdir. Onlar ne cimrilik ederler ne de saçıp savuranlardır.

25/ 67- Onlar, harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne kısarlar; (harcamaları,) ikisi arasında orta bir yoldur.

Üçüncüsü ahreti için dünya hayatından vazgeçenlerdir. Savaşta barışta hayırda malını kazandığı bütün dünyalık makamını Allah için canını dahi esirgemeden öne çıkanlardır.

59/ 9- Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine) yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.

Bu üç sınıf için ahiret hayatında ayrı bir makam olacaktır. Onlar dünya hayatında derecelerle farklı olduğu gibi ahiret hayatında derecelerle o farklılık belirginleştirecektir.

74/38- Her nefis, kazandıklarına karşılık bir rehinedir.

Her imtihana tabi tutulan insan bir işi pazarlık usulü almış işçi gibidir. Ücretini işi bitirdikten sonra almak koşulu ile her gün için çalışabildiği kadar kazancı kendisine aittir. İsterse on günlük bir işi beş günde isterse de on beş günde bitirsin. 

Beş günde bitirdiği zaman iki kat daha fazla kazanç sağlar ama on beş günde bitirdiği zaman da normal kazancının günlük yarısı kadar kazanç sağlar. Aynen onun gibi Dünya hayatında herkes kazanabildiği kadar ahiret âleminde karşılığını görecektir. Onun makamı orada işlemiş olduğu amellerdir. Ne yakınları ne zenginliği ne fakirliği ne de saygınlığıdır. Bir başka ifadeyle her zulüm yapanlar kendi yaptıkları zulümlerin karşılığı olarak orada tutuklanmaktadır.

74/39- Ancak Ashab-ı Yemin (sağ ehli) hariç.

Sağ ehli yani yaşamın kaynağını vahyin çizgisi olan iman eden ve Salih ameller işleyenlerdir. Bunlar için cehennemde tutuklama ve acı bir azap olmayacaktır.

74/40- Onlar cennetlerdedirler; birbirlerine sorarlar.

Allah’ın gönderdiği kitaplarla hayatlarını bütünleştirenlerin yeri cennettir. Yine kuran burada sebebi bilinen bir olayı daha güzel bir sebebe bağlama sanatı yaparak Oradaki olayı dünya hayatında, olmadan sanki olmuş gibi bir anlatım sanatı yaparak bize gayıp ile ilgili bilgiler vermektedir. Cennet ehli kendi aralarındaki konuşmaları bize anlatmaktadır.

74/41- Suçlu-günahkârları;

Dünyada iken namaz kılanlarla alay edenler kendilerinin cehennemde iman eden ve Salih amel işleyenleri cennette gördüklerinde onlarla şöyle bir konuşma geçmektedir. Aslında hem Müslüman olanlar hem de kâfir olanlar olayı bildikleri halde böyle bir anlatımla anlatmaktadır.

74/42- “Sizi şu cehenneme sürükleyip-iten nedir?”

Cehennem ehlinin özelliklerini dünya hayatında kendi üzerlerine bir sorumluluk olup yapmadıkları davranışları kendilerine itiraf ettirerek şöyle anlatmaktadırlar

74/43- Onlar: “Biz namaz kılanlardan değildik” dediler.

Her insanın dünya hayatında kendi üzerine yüklenmiş bir sorumlukları vardır. Bunlardan en önde geleni, kendisini yaratan rabbini tanıması hayatı onun koyduğu çerçevede yaşaması gerekir. İşte Allah’a karşı başını secdeye eğmeyenler, mutlaka Allah’ın yarattıkları varlıklara secde ederler. İşte namaz kılmak Allah’a olan aczi yetinin farkında olduğunun farkına varmaktır.

 O anlayış ve yaşamla hayatı anlamlaştırmak gerekir. İşte baştan yaptıkları yanlışlık budur Allah insanlara namaz kılmayı emrettiği halde bunu yapmamak nefsin emrine teslim olarak Allah’ın rabliğinin dışına çıkmaktadır.

74/44- “Yoksula yedirmezdik.”

Her varlıklı olan insanın yakınlarına uzakta olanlara mutlaka kazandığı bir maldan pay çıkarması gerekir. İşte kâfir olanlar bundan gaflet içerisindedirler. Onlar Allah’ın verdiği nimetleri kendilerinin kazandıklarını sanınca fakir ve yetime pay vermeyi unuturlar.

74/45- “(Batıla ve tutkulara) Dalıp gidenlerle biz de dalar giderdik.”

Onlar bu yaptıkları yanlışları ancak şeytan ve dostlarıyla beraber yapmaktadırlar. Hak yolda gidenlerin dışında yol alanlar onların modülü olmaktadır.

74/46- “Din (hesap ve ceza) gününü yalan sayıyorduk.”

İşte insanların tartışıp durdukları din ve ceza günü ahiret âlemidir. İman etmeyenler peygamberleri ve adaleti emir edenleri öldürenler ahiret âlemini inkar edenler ve onu yalan sayanlardır.

74/47- “Sonunda yakîn (kesin bir gerçek olan ölüm) gelip bize çattı.”

Evet, yakin kelimesi, insanların geleceğini sanmadıkları ölüm ve arkasından ahiret hayatıdır. Her gün İslam ülkelerinde anons yapılarak bir yakını dostu komşusu öldüğü halde maalesef aynı ölümün kendisine de geleceğini bir türlü kabul edememektedirler unutmaktadırlar. Evet, geldiği zaman ancak uykudan uyanmaktadır.

74/48- Artık, şefaat edenlerin şefaati onlara bir yarar sağlamaz.

Arık herkes kendi kazandıklarına karşılık bir rehinedir. Kitap önüne konmuş. Dünya hayatındaki yaşamı kameralara alınmış, kendi hayatı kendisine izlettirilerek kaçışı mümkün olmayan bir azabın içerisinde olacağını onu hak ettiğini kendisi karar verecek ve istemeyerek o azabın içerisine gönderilecektir. 

İslam âlimlerinin büyük bir kısmının söyledikleri ve anlattıkları gibi orada peygamberler ve Allah dostları şefaat edemeyecektir. Herkes dünya hayatında ahiret hayatındaki yerini ister cehennemdeki isterse cennetteki yerini kendisi hazırlayacak ve kesinlikle cennetten cehenneme veya cehennemden cennete giriş çıkış olmayacak cennete gidenlerde ebedi cennetlik cehenneme gidenler de ebedi cehennemliktirler.

2/ 48- Ve hiç kimsenin, hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği, hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği, hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.

Bu konu geniş bir konudur. Kuran bütünlüğünde şefaatle ilgili ayetleri değerlendirdiğimiz zaman Her insanın kendi kazandıkları güzel ameller onlara ahiret hayatında onlara şefaatçi olacak ve kurtaracaktır. Eğer insanlardan bir ilerinin başka birilerine yardımı şefaati olmuş olsaydı. Allah’ın adil yargılama sıfatı ortadan kalkmış olurdu. Allah ise adildir hiç kimseye ne zulmeder ne de şefaat eder. Kimsenin kimseye şefaat etmesine de izin vermez.

74/49- Buna rağmen, bunlara ne oluyor ki öğütten yüz çevirip duruyorlar?

Gerçek olan bu anlattıklarımız olduğu halde, bu kâfir ve müşrik olanlara neler oluyor ki gönderilen peygamberler ve kitaplar Onlara küfürlerini arttırıp durmaktan başka işe yaramıyor. Kuran bir öğüt ve bir hatırlatmadır. neden bu öğüt onların işine gelmiyor ve yaramıyor?

74/50- Sanki onlar, ürkmüş yaban eşekleri gibidirler;

Burada kuran eşeklerin yabani bir hayvan veya bir arslanları gördüğü zaman ürküp kaçtığı gibi inkâr edenler de gelen peygamberlerden ve vahiylerden uzaklaştıklarını tasvir etmektedir.

74/51- Arslandan korkup-kaçmışlar.

Belgesellerde eşekleri değil de eşek cinsinde zebraların aslanları gördükleri zaman nasıl kaçtıklarını oradan izlesinler.

74/52- Hayır; her biri, kendisine açılmış sahifelerin verilmesini ister.

Evet, inkâr eden müşrikler ve kâfirler, Böyle vahiyden uzaklaşmakla kendi sonlarını, o acı azabı kendileri hazırlamaktadırlar. Onlar kendilerinin dünya hayatında yapmış oldukları kötü davranışın kitabının açılmasını istemektedirler.

74/53- Hayır; onlar şüphesiz ahiretten korkmuyorlar.

Allah’tan ancak Allah’a iman eden ve ahiret âlemine inanan insanlar korkar ve onun gönderdiği emirleri ancak iman edenler dinler ve sahiplenirler. Ahiret hayatını kabul etmeyen kâfirler, uyarıları ancak alay konusu olarak kabul ederler.

74/54- Gerçek (şu ki), o (Kur’an,) elbette bir öğüttür.

Evet, o kuran yerleri ve gökleri yaratan Allah’tan bir mektuptur. O insanlar için bir bilgi hazinesidir. Onu ancak iman edenler dinler ve onu kabullenirler.

74/55- Artık kim dilerse, öğüt alıp-düşünür.

Bu ayet üzerinde biraz durmak istiyorum. Ayet insanların sapmasını hidayete gelmesini ve bağışlanmasını da içerisine almaktadır.

Allah sorumluluk yüklediği insana dünyayı ve evreni vermiş, sapmayı bağışlanmayı yaratmış, fakat insanın sapmasında da bağışlanmasında da hiçbir zaman zorlayıcı güç kullanmamıştır. Kuran okuyanlar bilirler. şeytanın insanı saptırmada zorlayıcı bir gücü olmadığı gibi, peygamber ve resullerin de insanların doğru yola gelmesinde de zorlayıcı bir güçleri yoktur.

14/ 22- İş hükme bağlanıp-bitince, şeytan der ki: “Doğrusu, Allah, size gerçek olan va’di va’detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim. Benim size karşı zorlayıcı bir gücüm yoktu, yalnızca sizi çağırdım, siz de bana icabet ettiniz. 

Öyleyse beni kınamayın, siz kendinizi kınayın. Ben sizi kurtaracak değilim, siz de beni kurtaracak değilsiniz. Doğrusu daha önce beni ortak koşmanızı da tanımamıştım. Gerçek şu ki, zalimlere acı bir azap vardır.”

39/ 41- Şüphesiz, sana Biz Kitab’ı insanlar için hak olmak üzere indirdik. Artık kim hidayete ererse, bu kendi lehinedir; kim saparsa, o da kendi aleyhine sapmış olur. Sen onların üzerinde vekil değilsin.

Yani insanın kendisi istemedikçe Bütün dünyadaki insanlar bir araya gelseler, ne onu saptırmaya ne de onu hidayete getirmeye güçleri yeter. Ve aileler ve toplumlar içerisinde de bunların örnekleri görülmektedir. 

Ateist deist bir aileden aileleri istemedikleri halde Müslüman insanlar çıkabildiği gibi Müslüman bir ailede de deist ve ateist insanlar çıkabilmektedir. Öyleyse kişi yol seçmede hangi toplumda olursa olsunlar kendileri yetkili ve sorumludurlar. Belki onun elini bağlarlar gözlerini bağlarlar kendi yollarına döndürmek için her işkence ve zulmü yapabilirler ama kişinin kalbine beynine hiçbir zaman müdahale edemezler.

Kuran’da da bunlara örnekler verilmiştir. Hazreti Nuh bir peygamber olduğu halde karısı ve oğlu Müslüman olmamışlardır. Hazreti Lut peygamber olduğu halde karısı Müslüman olmamıştır. Ama bunun tamamen zıddı olan firavun zalim zorba bir müşrik olduğu halde karısını Müslüman olmaktan engelleyememiştir. 

Bunun yanında Meryem ailesiyle yolunu ayırarak Allah’ın övülmüş iki kadından birisi olarak tarihe adını yazdırmıştır. Hazreti İbrahim toplumda her kesim müşrik olduğu halde onların içerisinde rabbin yolunu bularak övülmüş insanlar için tek bir ümmet olma mertebesine yükselmiştir.

O zaman insanların mazeret uydurarak yanlış yolda gitmelerine bahaneler getirmesinin hiç bir akli ve mantıki bir açıklaması yoktur. Kendisi kişi istedikten sonra ona sapacak malzemeler de vardır kişi kendisi istedikten sonra onu hidayete erdirecek malzemeler de vardır. Yani “arayan Mevla’sını da bulur belasını da bulur” sözü doğru ve isabetli bir sözdür.

Allah’ın dileyip saptırması kişilerin dilemesiyle ilgilidir. Kişiler dilemese Allah dilemez. o zaman sapma ve hidayete gelip bağışlanma malzemesi Allah’tan hidayete gelme ve bağışlanmaya yönelip sermayeyi kullanmak insanlardandır. Yani saparsa insan kendisi sapmıştır. Bağışlamışsa da insan kendisi bağışlanmayı istemek ve yönelmekle bağışlanmayı hak etmiştir.

Öyleyse insanın kendisi sapmayı dilerse, Allah saptırmayı diler, bağışlanmayı ve hidayete gelmeyi dilerse de Allah onu bağışlamayı diler ve hidayeti diler.Bu Kuran’ın anlatım sanatıdır.

74/56- Allah dilemedikçe onlar öğüt almazlar; takvanın sahibi (onu kabul etmeye ehil olan) O’dur, mağfiretin sahibi (bağışlamaya ehil olan da) O’dur.

Önce Ayette geçen şu ifadenin kuranda konuşlandığı şeklini bir tespit etmeye çalışalım.” Allah dilemedikçe onlar öğüt almazlar;” Eğer kişinin burada dâhli olmamış olsaydı, cennet ve cehennemin günah ve sevabın haram ve helâlın olmaması gerekirdi. Aslında ayette geçen bu ifadenin Öğüt alacak Kuran’ı Allah gönderdiği halde öğüt almayı dilemeyenler, öğüt almazlar olarak meal edilmesi gerekir. Eğer anlamada Allah’ın dilemesiyle olacak olsaydı veya anlaşılsaydı birçok ayetler yerinden oynar fesat ve karışıklıklar ortaya çıkardı.

Kuran’ı doğru anlamak ve onu doğru okumak Kuran’ın kendi sistematiği içerisindeki yasalara sünnete ters düşmeden anlaşılması gerektiği gibi, onun evren yasalarıyla da uyum halinde olup olmadığının da testten geçirilmesi gerekir.

Puta tapıcılar dediler ki; Allah dilemeseydi bu putlara tapmazdık. Şimdi Allah insanlara kendisini ilah olarak kulluk yapmayı bırakın da putları mı ilah edinin demiş? Bu asla doğru bir anlayış değil ve sonucu da doğru olamaz. Allah puta tapma eğilimini Allah’a kulluk yapma eğilimini yaratmış insanı ise sonucuna katlanmak koşulu ile dilediğini kendi isteğine bırakmıştır. Sapan fahşaya giden insanın kendisidir. Allah insanı puta tapmaya ve fahşayı yapmayı emretmez.

7/ 28- Onlar, ‘çirkin bir hayâsızlık’ işlediklerinde: “Biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk. Allah bunu bize emretti” derler. De ki: “Şüphesiz Allah, ‘çirkin hayâsızlıkları’ emretmez. Bilmediğiniz bir şeyi Allah’a karşı mı söylüyorsunuz?”

Bunları sureler içerisinde değişik konu ve kıssalarda, Allah ömür verirse inşAllah genişleterek anlatmaya devam edeceğiz.

doğrularım Allah’a yanlışlarım ise bana aittir.

ALİ RIZA BORAZAN

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.

This site is protected by reCAPTCHA and the Google Privacy Policy and Terms of Service apply.