Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla;
Furkan suresi Kur’an sıralamasına göre yirmi beş, nüzul sırasına göre de kırk ikinci sure olup Mekke’de nazil olmuştur. Yetmiş yedi ayetten ibarettir.
25/1. Âlemlere uyarıcı olsun diye, kuluna Furkan’ı indiren (Allah) ne yücedir.
Allah evreni ve insanları yaratıp her şeyi bir intizam içerisinde düzene koymuştur. Allah evveldir Allah ahirdir. Allah batındır. Allah zahirdir. Allah’a göre zaman yok zaman insanlara göre vardır. Gökleri ve yeri Allah, altı aşamada yaratıp, yaratılmış olan bütün varlıkları sevk ve kontrolü altına almıştır. Gökten inen bir su damlası ile göğe çıkan herhangi bir şey olsun da Allah ondan haberdar olmasın. Bu mümkün değildir.
6/59-Gaybın anahtarları O’nun katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitapta (yazılı)dır.
Evrende yaratılmış olan bütün varlıkların en mükemmeli insandır. Aynı zamanda evrende yaratılmış olan bütün varlıklar insan için yaratılmışlardır. İnsan dışında hiçbir varlığa emanet ve sorumluluk yüklenmemiştir.
Konu ile ilgili, vermiş olduğum ayetler çerçevesi içinde açıklamakta olduğum ayeti tekrar naklederek demek istediğini anlamaya çalışalım.
25/1. Âlemlere uyarıcı olsun diye, kuluna Furkan’ı indiren (Allah) ne yücedir.
Allah sorumluluk ve emanet yüklediği insanı, geçmiş ve gelecek hakkında doğru bilgi vermek için, insanlar içerisinden nebi ve resuller seçmiştir. Son nebi ve resul, ümmi bir toplum içerisinde doğan ve belirli bir zaman sürecine kadar yaşayan, iman nedir kitap nedir bilmeyen bir kişiydi. İnsanlardan büyük çoğunluğun kabul etmediği ötelerin ötesinden Allah’tan almış olduğu bilgilerle insanların yolunu yöntemini göstermektedir.
En önemlisi de Kur’an’ın büyük haber diye naklettiği insanlardan hiç kimsenin bilemeyeceği ahiret hayatı ile ilgili bilgi getirmiştir. Öyle ki, o ümmi peygamber iman eden ve salih amel işleyenleri ebedi cennet ile müjdelemiştir. İnkâr eden ve zulmedenleri de ebedi cehennem azabına karşı uyarmış korkutmuştur. Allah ona hak ile batılı doğru ile yanlışı iyi ile kötüyü biri birinden ayıran Kur’an’ı indirmiştir. Bir başka ifadeyle Kur’an’ı indirmiştir. O Kur’an insanlar için bir rehberdir. Bir pusuladır. Bir hayat reçetesidir.
Yukarıda vermiş olduğum iki ayet, Allah’ın insanlara ne kadar değer verdiğini anlatmaktadır. Hele hele Furkan suresi yetmiş yedinci ayette geçen şu ifade hem açıklamakta olduğumuz ayeti, hem de insan olmanın ne kadar önemli ve değerli olduğuna dikkat çekmektedir. “De ki: ‘Duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?”
Göklerde ve yerde emanet sorumluluk yüklenen tek varlık insandır. Ayette geçen Allah’ın sadece değer verdiği insana ait olan dua nedir onu anlamaya çalışalım.
Dua; Elleri havaya kaldırıp, Allah’tan istekler sıralamak değildir. Dua, Allah’ın insanlar için yaratmış olduğu evren yasaları içerisinde insanın istek ve arzularına kavuşmak için, göstermiş olduğu çaba ve gayretin ta kendisidir. Bir başka ifadeyle insanın istedikleri şeyleri fiille dönüştürüp buluşturmasıdır. Dua ile ilgili iki ayet naklederek konuyu biraz daha açmaya çalışalım.
17/ 11. İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua eder. İnsan, pek acelecidir.
Allah, kullarının dualarına icabet etme şartını, kendi koymuş olduğu yasalara uyma koşuluna bağlamaktadır. “Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler.” Allah’ın çağrısına iman etmek ve vahiy yasalarına uymaktır.
O zaman diyebiliriz ki, Allah insanların çaba ve gayretlerini iki kısma ayırmaktadır. Birincisi Allah’ın göndermiş olduğu peygamberler aracılığı ile gelen vahiyler çerçevesi içinde yapılan dualarıdır. Bu duanın karşılığı, iman ve salih amellerdir. Yani iman ettiği şeylerin kurallarına uygun olarak fiili hayata götürmektir. İmansız bir amel ile amelsiz bir imanın, Allah katında hiçbir önem ve değeri yoktur.
Vahiyler çerçevesi içerisinde yapılan dua insanları cennete ve mağfirete götürür. İkinci dua şekli ise, vahiyler çerçevesi dışında yapılan dualardır. Hayatını inkâr ve zulüm yönünde sürdüren insanların dualarını dünya hayatında karşılığını vermekle birlikte ahiret hayatında merhamet etmemektedir. Bu dualar da insanları ateşe götürür. İşte isra on birinci ayette, bu iki farklı duanın resmi çizilmektedir. Örnek olarak bir ayet daha vererek konunun daha iyi anlaşılmasını sağlamaya çalışalım.
Kur’an iki farklı dua şekli olduğunu, Âdemin iki oğlundan örnek vererek ortaya koymaktadır. Ayette geçen kurbanı kabul edilen ve kurbanı kabul edilmeyen ifadesi, dünya hayatında insanlar için iki farklı yol ve karşılığında, iki farklı sonucun olduğu hatırlatmaktadır. Kur’an’da geçen iki farklı yolun teklif sunucunun baş aktörleri her insanın öz yapısında var olan iblis ve takva meleğidir. Yine bu olayı açıklayan ayetlerden örnekler vermeye çalışalım.
91/7. Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’,
Ayette geçen nefis kelimesi, âdem ve eşinin cennetten çıkması olayı ile gündeme gelmektedir. Yani her erkek ve kadın, ergenlik yaşına gelmeden önce birer melektiler. Ne zaman âdem ve eşi ergenlik yaşına geldi tek seçenekli melek konumundan iki seçenekli varlık olan insan konumuna yükselmektedir.
91/8. Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
Ayet her insanda var olan ve insana, hem sapmayı hem de hidayete gelmeyi, teklif sunan iki farklı meleğin aktif rol almasıdır. Bunlardan biri iblis’tir. Diğeri ise takvadır. Bir başka ifadeyle birisi insana yasak ağaçtan nemalanmayı teklif sunan melektir. Diğeri ise helal ağaçtan nemalanmayı teklif sunan melektir. Eğer insana kötülüğü teklif sunan iblis meleği olmamış olsaydı, insan da diğer melekler gibi seçenekleri olmayan varlıklar olurdu. Dolayısı ile yaratılışta vermiş olduğu “Rabbim Allah’tır” diye verdiği sözünde duran birer melek olurdu.. Ama ne zaman her insan ergenlik çağına gelince iblis meleği aktif olarak rol oynamaya başladı. Böylece her insan tek seçenekli bir varlık veya melek konumundan iki seçenekli bir varlık veya insan konumuna dönüşmektedir.
Ayette geçen şu ifade, “Rabbinizin size bu ağacı yasaklaması, yalnızca, sizin iki melek olmamanız veya ebedi yaşayanlardan kılınmamanız içindir.” Ayette geçen bu ifade İnsanları meleklerden ayıran özelliği net bir şekilde izah etmektedir.
İnsanları diğer varlıklardan ayıran onları melek olma özelliğinden farklı bir konuma taşıyan her insanın öz içinde var olan, yaratılışta verdiği “Rabim Allah’tır” sözünden caymayı teklif sunan iblis meleğidir. Bir başka ifadeyle fısk fücur, bir başka ifadeyle nefsani arzudur. Kötülüklerin tohumu iblis ile atılmaktadır. Allah yasak ağaca yaklaşmayın derken iblisin teklifleri yönünde, inanç ve yaşamınızı düzenlemeyin mesajı vermektedir.
Yani, inkâr isyan fuhuş adam öldürme aklına gelen ne kadar kötülük varsa bunların hepsi iblis ağacından türemektedir. İşte dünya hayatında mazlum olan çocukların öldürülmesi, ekini ve nesli yok eden zalimlerin ellerini kollarını sallayarak dolaşmaları mustazaf olanları zayıflatıp onların emeklerinin gasp edilip köleleştirilmesi hep iblisin insan üzerinde oynadığı rolden kaynaklanmaktadır. İnsan ve insanlık kendisinde var olan iblis bataklığından kurtulmadıkça asıl onunla mücadele edilmedikçe, insanlardan gözyaşı, kan, savaş, hiçbir zaman eksik olmayacaktır.
Allah bütün insanları bu ağaçtan yemeyi içmeyi ve herhangi bir davranışta bulunmayı yasaklamaktadır. İşte insanların imtihanı bu ağaçtır. Kim bu ağaçtan kendisini kurtarırsa o mutlu olmuştur. Kim bu yasak ağacın meyveleri ile nemalanırsa o da yıkıma uğramıştır.
91/9. Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
Ortada bir virüs varsa, o virüsü yok eden onunla mücadele veren bir de anti virüs bulunmaktadır. Yaşamış olduğumuz hayat içerisinde her insanın kendi öz yapısında var olan iki ayettir. Eğer İblis meleği, sana kötülük yapmayı teklif sunmuşsa, hemen takva meleği devreye girmektedir. Böylece seni iblis meleğinin yıkıcı tekliflerine karşı, uyarmaktadır. Bu olayla ilgili, Kur’an’da kıssası anlatılan Yusuf ile vezirin karısı arasında yaşanan bir olay anlatılmaktadır.
Kıssada vezirin karısı, iblisin tekliflerine yenik düşmesini, Yusuf’un da iğrenç ve kötü bir yoldan nasıl arındırıldığı şu ifadelerle anlatılmaktadır. “O da (Yusuf da) onu arzulamıştı. Böylelikle biz ondan kötülüğü ve fuhşu geri çevirmek için (ona delil gönderdik).”
91/10. Ve onu (isyanla, günahla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.
Vezirin karısı gibi kendisini arındıramayan yasak ağaçtan yiyerek kendini koruma altına alamayan insanlar yıkıma uğramışlardır. Yusuf gibi onu arzuladığı halde isteklerine gem vurarak kendilerini arındırıp koruyan insanlar da kurtuluşa ermişlerdir.
Gökleri ve yeri yaratan Allah’tır. Yahudiler Üzeyir Allah’ın oğludur dediler. Hristiyanlar da Mesih Allah’ın oğludur dediler. Böylece müşrik olanların sözlerini taklit ettiler. Oysa Allah ne bir eş edinmişti, ne de onun çocuğu vardır. Bunlar onların zan ve tahminle ortaya koydukları boş sözlerdir.
Allah’a inanmakla, Allah’ın Rabliğini kabul etmek ve inanmak farklı şeylerdir. Zikredilen konu tevhit akidesini zedeleyen bir konu olduğu için üzerinde biraz durmak istiyorum.
Ateist olanlar, hem Allah’ın varlığını hem de Allah’ın Rabliğini inkâr ederler. İşte Allah’ın varlığını inkâr eden yoktur diyenlere bir ayet örneği verelim.
İnsanlardan Allah’ın varlığını kabul ettiği halde Allah’ın rabliğini kabul etmeyenlere Kur’an’dan bir örnek verelim.
44/87-Andolsun, onlara: ‘Kendilerini kim yarattı?’ diye soracak olsan, elbette: ‘Allah’ diyecekler. Öyleyse nasıl olur da çevriliyorlar?
39/38-Andolsun, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı?’ diye soracak olsan, elbette ‘Allah’ diyecekler. De ki: ‘Gördünüz mü-haber verin; Allah’tan başka taptıklarınız, eğer Allah bana bir zarar dileyecek olsa, zararını kaldırabilirler mi? Ya da bana bir rahmet vermeyi istese, rahmetini tutup-önleyebilecekler mi’ De ki: ‘Allah, bana yeter. Tevekkül edecek olanlar, O’na tevekkül etsinler.’
Allah’ı Rab edinmek demek, dünya hayatında Allah’ın nebi ve resuller aracılığı ile göndermiş olduğu vahiyler çerçevesi içinde inanmak ve yaşamak demektir. Kur’an’a göre böyle inanan ve yaşayan insanların adı Müslümandır.
Yukarıda, hem ateist, hem de deist, olanlar için Kur’an’dan örnek olarak vermiş olduğum ayetleri nakletmiştim. Kur’an gerek ateist ve gerekse deist olanların, her ikisine müşrik damgası vurmaktadır. Müşrik kelimesinin içerisine kâfir olanlar, ümmi olanlar, puta tapıcı olanlar, bilmeyenler cahil olanlar da girmektedir.
Saymış olduğum insan tipleri Allah’ın rab olduğunu kabul etmezler. Kendilerinin ilah olarak kabul etmiş olduğu ideolojileri kendilerine rehber edinen insanlardır. Onların istisnasız hepsi gelen nebi ve resullerin Allah’tan almış olduğu gayb ile ilgili bilgileri inkâr eden insanlardır.
Allah, Müslüman olanlardan başka, Müslüman olmayan ve yapmış olduğu amellerin kendi katında, kabul görmediği, bir de ehli kitap olan insanlardan söz etmektedir. Ehli kitap olan insanları Allah, müşrik olan insanlardan şu vasıflarla ayırmaktadır.
Kitap ehli olanlar genel olarak Allah’ın nebiler ve resuller aracılığı ile göndermiş olduğu kitapları kabul ettiği halde, dünyevileşerek haktan hakikatten ayrılıp vahiy orijinli dinden saparak dünya menfaatleri için, Allah’ın dinini satan ve gizleyen insanlara, Kur’an kitap ehli ifadesi kullanmaktadır. Kur’an içerisinde yaklaşık olarak otuz iki yerde kitap ehli ifadesi geçmektedir. Bu ifadelerin hiç birinde pozitif yönünde bir ifade kullandığını görememekteyiz.
2/91-Kendilerine: Allah’ın indirdiğine iman edin, denilince: Biz sadece bize indirilene (Tevrat’a) inanırız, derler ve ondan başkasını inkâr ederler. Hâlbuki o Kur’an, kendi ellerinde bulunan Tevrat’ı doğrulayıcı olarak gelmiş hak kitaptır. (Ey Muhammed!) Onlara: Şayet siz gerçekten inanıyor idiyseniz daha önce Allah’ın peygamberlerini neden öldürüyordunuz? Deyiver.
Kur’an’ın muhatap aldığı kitap ehli Yahudi ve Hristiyan olanlardır. Eğer Kur’an’dan sonra yeni bir kitap yeni bir peygamber gelmiş olsaydı, vahiy çerçevesi dışına çıkmış olan bu günkü mezhepleri meşrepleri tarikatları il ahir, Allah’ın dışında helal ve haram koyan bütün cemaatleri ehli kitap olarak nitelendirirdi.
O zaman diyebiliriz ki, Müşrik olanlar ve kitap ehli olanların tümü Allah’ı rap edinmeyen Allah’ın yaratmış olduğu insanları ve metaları rap edinen insanlardır. Yani onlardan bazılarının hayvanı yıldızı güneşi ayı ilah olarak kabul ettiklerini görmekteyiz. Bu gün âlimini şeyhlini mezhebini cemaatlerinin Allah’ın dışında söz ve eylemlerini kendilerine yaşam biçimi hayat tarzı olarak kabul etmeleri de, onların bu halleri Allah’ın dışında olanları rab edinmiş olmaktadır.
Furkan suresi üçüncü ayetin vermek istediği temel mesajı özetlemeye çalışalım. Allah’ın sözünün üstüne söz koyan Allah’ın ortaya koyduğu helal haram dışında, helal ve haram koyan bütün insanları, Allah müşrik olarak nitelendirmektedir. Bir başka ifadeyle Allah’ın yaşam biçimi hayat tarzı olarak seçmiş olduğu İslam’ı din edinmeyen İslam’ın dışında insanları yönetmek için uydurulmuş olan bütün beşeri sistemler peşinde giden insanlar Kur’an’a göre, müşriktir.
25/4. İnkârcılar dediler ki: ‘Bu (Kur’an) olsa olsa ancak onun uydurduğu bir yalandır, kendisi düzüp uydurmuş ve ona bir başka topluluk da yardımda bulunmuştur.’ Böylelikle onlar, hiç şüphesiz haksızlık ve iftira ile geldiler.
25/5. Ve dediler ki: ‘Bu, geçmişlerin uydurduğu masallardır, bir başkasına yazdırmış olup kendisine sabah akşam okunmaktadır.’
Furkan suresi dört ve beşinci ayetleri beraber açıklamaya çalışalım. Söz konusu olan iki ayet Kur’an’da Altı kalın çizgilerle çizilmesi gereken ayetlerdendir. Bu ayetler, Kur’an’ı doğru anlamada ve ona iman etmede önemli yer teşkil etmektedir.
İnsanların kafasında soru işareti oluşturan olay bu Kur’an yazılı bir kitap halinde mi geldi? Yoksa Allah vahiyleri aktarırken nebilerin kalbine ilga ve ilham ederek direk mi geldi? Gerçekten insanlar Kur’an’ın iniş şekli konusunda gerçek bilgiye ulaşamamışlardır. Bu sebeple inkâr edenler, Kur’an Muhammed’in uydurduğu bir kitaptır demişlerdir.
İnkâr eden ve kâfir olanların söyledikleri gibi, Kur’an Muhammed’in iç sesi-midir? Yoksa bu Kur’an Allah tarafından nebinin kalbine ilka ve ilham edilerek gelen ve ağzından dökülen ayetlerin eksiltmeden fazlalaştırılmadan yazılarak Mushaf haline getirilen bir kitap mıdır?
İslam ulemalarının tartışıp durdukları bu Kur’an peygambere bizzat yazılı kitap olarak mı geldi? Yoksa bu Kur’an peygambere hitap olarak mı geldi? Sorusuna Kur’an nasıl cevap veriyor ona bir bakalım.
İnsanların anlamakta güçlük çektiği ayette geçen Cibril konusudur. Cibril’e düşmanlık nedir? Önce onu anlamaya çalışalım. Zaten sorunun cevabını verebilirsek Kur’an’ın hitap olarak mı? Yoksa kitap olarak mı geldiği konusu, anlaşılmış olacaktır.
Kur’an içerisinde geçen ayetleri doğru olarak anlayabilmek için konu ile ilgili, Kevni ayetlerden de haberdar olmak gerekir. Bazıları bu Kur’an kitap olarak geldi diye söylemekte, bazıları da bu Kur’an hitap olarak geldi diye söylemektedir. Kitap kelimesini Kur’an arama motoruna yazıp tıkladığımız zaman, yüz elli dört yerde kitap kelimesi geçmektedir. Dilerseniz bir tanesine örnek verelim.
2/89-Allah katından ellerinde olan (Tevrat)ı doğrulayan bir Kitap geldiği zaman -ki bundan önce inkâr edenlere karşı fetih istiyorlardı işte bilip-tanıdıkları gelince, onu inkâr ettiler. Artık Allah’ın laneti kâfirlerin üzerinedir.
Evet, Ayette ifade edildiği gibi bu Kur’an yirmi üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde peyderpey son nebi ve resule, doğru ile yanlışı, hak ile batılı, iyi ile kötüyü, net bir şekilde bilinip ayırt edilinceye kadar inmeye devam etti.
Kur’an peygambere kitap şeklinde gelmedi. Kur’an’da bakara suresi doksan yedinci ayette söylendiği gibi, Allah nebinin kalbine ilka ve ilham edilerek indirdi. Nebi olan resul de, o kendisine gelen vahyi bilgileri değiştirmeden olduğu gibi ağzından dökülen cümlelerle insanlara aktardı. Vahiy kâtipleri de onu deriler ve kâğıtlar üzerine yazarak belge haline getirdiler. Aynı zamanda bazıları da yazılan ayetleri ezberlediler.
“Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.”
Ayette geçen bu ifade Peygambere Kur’an kitap olarak gelmiş olsaydı inkâr edenler böyle bir itirazda bulunurlar mıydı? Demek ki Kur’an kitap olarak değil, direk olarak Allah nebilerin kalbine ilka ve ilham edilerek gelmiştir. İşte imtihan süreci burada başlamaktadır. Gerçekten peygamber olduğunu iddia eden kişi, elde yazılı kâğıt yok yazılı bir belge yok. Gerçekten doğru mu söylüyor diye tereddüt etmek herkesin hakkıdır. İşte Peygamberi dinleyen insanlar onun ağzından çıkan sözlerin gerçekten Allah’tan gelen belgiler olup olmadığını test etmesi gerekmektedir.
Mucit olanlar her hangi bir konuda icadını ortaya çıkarmak istediği zaman aylarca yıllarca o konu üzerinde yoğunlaşıp çaba gösterdikleri zaman, tıkandıkları yerde kendilerine ilham gelerek icatlarını gerçekleştirmektedirler.
İnsanlara bilgi iki farklı kaynaktan gelmektedir. Birincisi Allah insanlar içerisinden nebi ve resul seçerek kendisine ait olan bilgileri, onlarla ilham ederek gelmektedir. İkincisi de Allah’ın insanlar dışında yaratılmış olan varlıklara bilgiyi kodlamış onlara kodlanan bilgilere objektif olarak ulaşıldığı zaman Allah bilgileri melekler aracılığı ile insanlara ulaştırmaktadır. Böyle bir anlayış böyle bir söyleyiş, insanların büyük çoğunluğuna yabancı olduğunu iyi biliyorum. Ancak tefsirlerimi okudukça düşünen tefekkür eden insanlar, anlayabileceği kanaatindeyim.
Allah, bu Kur’an’ın insan uydurması bir kitap olmadığını şu ayetle, insanlara bildirmektedir.
Bazıları Kur’an’ın ortaya koyduğu iddiaların kendisinden başka belgesi veya şahidinin olmadığını iddia etmektedirler. Oysa Kur’an belgeye dayanmayan ne bir söylenen sözü kabul eder, ne de insanlara kabul edin diye bir emirde bulunur. Kur’an iki belgenin bir birini desteklemesi ile ancak doğru bir anlayış yakalanabileceğini zikreder. Birincisi indirilen vahyi belgedir. Diğeri yaratılan evrendeki varlıklara belge demektedir.
Allah kâinatı yaratmış bir de yaratılan kâinatın içerisindeki varlıklar hakkında indirilen vahiylerle bilgiler sunmaktadır. Bu gün insanlar yaratılmış olan varlıklardan araba uçak bilgi sayar ve daha sayılamayacak kadar birçok insan yaşamını kolaylaştıran icatlar gerçekleştirmektedirler. Bir de onları nasıl kullanılacağı konusunda kullanma kılavuzunu da beraber, sunmaktadırlar.
İşte Allah evreni yaratmış evrendeki yaratılmış olan varlıklardan insanların nasıl yararlanıp yararlanmayacağı konusunda örnekler vererek insanları bilgilendirmektedir.
2/97. De ki: ‘Cibril’e kim düşman ise, (bilsin ki) gerçekten onu (Kitabı), Allah’ın izniyle kendinden öncekileri doğrulayıcı ve müminler için hidayet ve müjde verici olarak senin kalbine indiren O’dur.
2/98. Her kim Allah’a, meleklerine, elçilerine, Cibril’e ve Mikail’e düşman ise, artık şüphesiz Allah da kâfirlerin düşmanıdır.’
Bu ayetlere göre bu güne kadar anlatılanlara göre dört büyük melek olduğu söyleniyordu. Kur’an bunları yalanlayıp, İki büyük melek olduğunu söylemektedir. Bunlardan birisi Mikail’dir. Bu büyük melek Allah’ın yaratmış olduğu zerreden küreye kadar bütün varlıklardır. Bir başka ifadeyle yaratılmış olan kâinattır. İkinci büyük melek Cibril’dir. Bu büyük melek de, İnsanlar içerisinden duyarlı olanlardan seçmiş olduğu nebilere ve evrende yaratılmış olan bütün varlıklara bilgi aktarma olayının ta kendisidir.
İnsanlar içinden Allah’ın nebi ve resul olarak seçmiş olduğu elçilerle diğer insanlara kılavuz ve rehber olmuşlardır. İnsanlara yol gösterici ve kılavuz olarak gönderilmiş olan bütün kitaplar Cibril ile gündeme oturmaktadır. Allah nebilere vahyi bilgileri aktarırken aracı kullanmadan direk olarak Kendisi peygamberlerin kalbine ilka ve ilham eder. İşte Cibril budur.
İnsanlarla Allah arasında elçi ve resul olanlar bunlardır. İkincisi de Allah insanların dışında yaratılmış olan bütün varlıklara kendi görev alanlarında kodlanmış olan bilgilere de Cibril olarak gündeme oturmaktadır. Eğer insanlar meleklere kodlanmış olan bilgileri objektif bir şekilde çözmüş olsalardı Allah’ın bilgilerine ulaşmış olurlardı. O zaman Allah’ın meleklerden de insanlardan da elçiler seçmesi bu şekilde anlaşılması gerekir.
22/75. Allah, meleklerden elçiler seçer ve insanlardan da. Şüphesiz Allah işitendir, görendir.
Demek ki, Allah hem meleklerden hem de insanlardan elçi seçmesi ile biri birlerinin söyledikleri asla çelişmeyen iki resul ile söylediği ayetlerin doğruluğunu delil göstermektedir. Yani bu açıklamalar Kur’an’dan başka Kur’an’ın söylediklerinin bir delili yok diyenlere tokat gibi bir cevap olmaktadır.
İşte bu ayet Kur’an’la Kur’an’ın kâinatla kâinatın ve Kur’an’la Kâinatın biri birleri ile uyum halinde bir din gönderdiğinin bir delili bir belgesidir.
67/ 3. O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiç bir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?
67/4. Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.
Vermiş olduğum ayetlerden de anlaşılacağı gibi, Allah’ın yaratmış olduğu evren yasaları ile indirmiş olduğu vahiy yasalarının tıpa tıp birbiriyle uyum halinde olması bizler için yeterli bir belge değil mi?
Evrende Allah’ın yaratmış olduğu hiçbir şey sebepsiz değildir. Allah, yaratılmış olan her şeyi mutlaka ama mutlaka sebep ve sonuç ilişkisine bağlı olarak yaratmıştır. Eğer ortada bir çocuk varsa mutlaka onun bir anası bir babası vardır. Eğer ortada bir meyve varsa mutlaka onun bir ağacı vardır. Eğer ortada sürekli birbirlerini takip eden gece ve gündüz varsa mutlaka dünyanın kendi miğferi etrafında dönmesi gerekir. Böylece güneşten ışık alan dünya güneş gören yüzü aydınlık, güneş görmeyen yüzünün karanlık olmasına vesile olmaktadır.
Kur’an’ın Kur’an’dan başka belgesi yok demek Hem Allah’a hem de indirmiş olduğu Kur’an’a hakarettir. Kur’an’ın Kur’an’dan başka belgesi yaratılmış olan evrenin ta kendisidir.
Bu ifade inkâr edenlere nebi ve resul aracılığı ile o Kur’an’ı gökleri ve yeri yaratan “De ki;” ifadesiyle Allah’ın indirdiği anlatılmaktadır. O Allah çok bağışlayan çok esirgeyen ifadesiyle de insan kendisini değiştirir ve düzeltirse bağışlayacağını izah etmektedir.
Asıl problem inkâr eden insanların gökten kendi ellerine verilip okuyacakları mucize bir kitap beklemeleridir. Ama Allah Kur’an’ı nebinin kalbine ilka ve ilham ederek indirmiştir.
Kur’an’ın inmeye başladığı dönemde, Mekke toplumunun güvendiği karşılarında emin olarak gördükleri bir insan fotoğrafı var orta. O insan şöyle bir iddiada bulunmaktadır. “Ben Allah’tan gönderilmiş bir peygamberim” bana iman edin. Çünkü benim size anlattıklarım kendi öngörüm olarak söylemiyorum. Allah benim ve sizin nerde nasıl davranacağımızı bildiriyor, ben de Allah’tan aldığım vahiyleri size aktaran bir elçiyim.
Allah’ın resulü ne diyor? Ey insanlar, Allah size iki hayatın olduğunu bana bildirmektedir. Bunlardan birisi yaşadığımız sizin bildiğiniz dünya hayatıdır. Diğeri ise ahiret hayatıdır. Biz Allah’ı ve onun gönderdiği resulü görmedik bilmiyoruz. Ama Allah’ın indirdiği Kur’an gibi ortada bir kitap bulunmaktadır. Gerçekten bu kitabı doğru olarak anlamamız ve tanıyabilmemiz için o kitabı okumamız anlamamız gerekmektedir. O Kur’an insanları şaşırtan büyük bir haberden bahsetmektedir.
Kırk yıldır Kur’an’ı anlama algılama konusunda göstermiş olduğum çaba ve gayret sonucu, Kur’an bana şu mesajı vermektedir. Bu Kur’an asla ve asla insan uydurması bir kitap olamaz. Bu Kur’an ancak gökleri ve yeri yaratan Allah tarafından indirilmiş bir kitap olabilir. Allah haşa tabiri caiz ise şu iddiada bulunmaktadır.
69/40. Hiç şüphesiz o (Kur’an), şerefli bir elçinin kesin sözüdür.
69/41. O, bir şairin sözü değildir. Ne az inanıyorsunuz?
69/42. Bir kâhinin de sözü değildir. Ne az öğüt alıp-düşünüyorsunuz?
69/43. Âlemlerin Rabbinden bir indirilmedir.
Allah diyor ki, bu Kur’an bir şairin sözü değildir. Bir kâhinin sözü de değildir. Şairler güzel söz söyler. Kâhinler de geçmiş ve gelecek hakkında bilgi aktarırlar ama söyledikleri ya tutar ya da tutmaz. Yani kesinlik arz etmez. Ama Kur’an geçmiş ve gelecek hakkında bir şey söylemişse mutlaka ama mutlaka ya gerçekleşmiştir ya da gerçekleşecektir. Bu Allah’ın kesin bir vaadidir. Yine Kur’an, öyle bir kitap ki, dünya üzerinde insanlar ve cinler toplanıp bir araya gelseler bu Kur’an’ın benzerini meydana getiremezler diye meydan okumaktadır.
17/88-De ki: ‘Eğer bütün ins ve cin (toplulukları), bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansa, -onların bir kısmı bir kısmına destekçi olsa bile bir benzerini getiremezler.’
Kur’an’ın benzeri bir kitap getiremezler. Çünkü Kur’an evrenin yaratılış hikmetlerini bir formül olarak verir ve Allah da insanların bu formülü çözerek kendilerine yarayışlı icatlar üreterek hayatlarını kolaylaştırmalarını ister.
Kur’an elbette bir kâhin sözü değildir. Çünkü Kur’an ötelerin ötesinden ahiret âlemi ile ilgili bilgiler veren Allah’ın göndermiş olduğu bir kitaptır. Eğer Allah ahret hayatı ile ilgili bilgi vermemiş olsaydı insanlardan hiç kimse Allah bildirmedikçe o bilgiye ulaşması mümkün olmayacaktı.
30/2. Rum (orduları) yenilgiye uğradı.
30/3. Yakın bir yerde. Ama onlar, yenilgilerinden sonra yeneceklerdir.
30/4. Birkaç yıl içinde. Bundan önce de, sonra da emir Allah’ındır. Ve o gün müminler sevineceklerdir.
Allah peygambere geçmiş ve gelecek hakkında daha dünyada yaşarken bilgi vermişse o mutlaka ama mutlaka dünya hayatında gerçekleşmiştir.
İnkâr edenler, kendilerine elçi olarak insanlardan bir elçi değil, meleklerden bir elçi gelmesini beklemektedirler. Allah da resulüne şu cevabı vermesini istemektedir.
İşte bu ayetler hemen cinlere ilgili söylentileri akla getirmektedir. Cinler eğer inandıkları gibi beş duyularla algılanamayan dumansız ateşten yaratılmış varlıklar olsalardı, onlara da kendi cinslerinden peygamber gelmesi gerekirdi. Demek ki onlara insandan bir peygamber geldiğine göre onların da insan olması gerektiğini anlamak gerekir.
İnkâr edenler gözlerinin önünde her türlü mal varlıklara sahip olan altından inşa edilmiş bir evi olan, dilediği mucizeyi dilediği şekilde gösteren, bir peygamber fotoğrafı görmek istemektedirler.
“De ki: ‘Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?’”
Peygamberleri diğer insanlardan ayıran özellik onların Allah’tan vahiy almalarıdır.
İnsanlardan inkâr edenlerin gelen peygamberleri yalanlamaları ve onların kabul etmemelerini, Kur’an onları Cibril’e düşman olmakla suçlamaktadır. Cibril’e düşmanlık da Allah’ın rabliğini inkâr etmek ve Allah’tan gelen bilgileri kabul etmemektir. Veya Allah’ın nebilerin kalbine ilka ve ilham etme olayına karşı çıkmaktır.
Büyük orman yangınları, nasıl küçücük bir kıvılcım ile ortaya çıkıp başlıyorsa, insanlar Allah’ı inkâr etme ve gelen peygamberleri yalanlama sonucu büyük günahlar insanı sarıp kuşatmaktadır.
İçki kumar fuhuş adam öldürme ve zulmetme olaylarının ilk fitili inkârla ateşlenmektedir. Sakın ola ki, söylediğimi yanlış anlamayın.
Elbette her insan çıkıp da ben nebi ve resulüm dediği zaman hemen kabul etmek anlamına gelmesin. Nebi ve resul olduğunu iddia eden kişinin getirmiş olduğu, bilgileri sorgulayarak düşünerek tefekkür ederek arkasından söylediklerini kalp tasdik ediyorsa o zaman kabul etmek gerekir.
Bu ayet, düşünülmesi ve ısrarla üzerinde durulması gereken bir ayettir.
Ayette anlatılmak istenen temel mesaj, size gelen bilgileri sorup soruşturmayın değil, size gelen bilginin iç yüzünü kavramadan onu inkâr etmeyin mesajı verilmektedir. Müşrik bir toplum içerisinde bir peygamber öğretisi olmadan göklerin ve yerin yaratılışı hakkında hikmetleri sorup sorgulayan İbrahim Allah’ı bulmuş ve Allah’ın övgüsüne mazhar olmuştu. İbrahim peygamber Allah’tan kendisine gelen vahyi bilgileri nasıl sorup sorgulayıp bilgiye ulaştığını Kur’an bize şöyle izah etmektedir.
İbrahim ölülerin nasıl diriltildiğini soruyor. Allah’ da ona yaşanan hayattan dirilmenin benzerinden bir örnek vererek şöyle yapmasını istiyor.
”Öyleyse, dört kuş tut. Onları kendine alıştır, sonra onları her bir parçasını bir dağın üzerine bırak, sonra da onları çağır. Sana koşarak gelirler.”
Bu ayeti doğru anlamak ve doğru açıklamak için Kur’an’ın konuşma dilini çözmek gerekir. Kuş kelimesini Kur’an hangi anlamlarda kullanmış ona bir bakalım.
3/49-“İsrailoğullarına elçi kılacak”. (O, İsrailoğulları’na şöyle diyecek:) ‘Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah’ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah’ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır.’
“Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah’ın izniyle kuş oluverir.”
Kuş kelimesi bu ayette, İsa peygamber Allah’tan Almış olduğu vahyi bilgileri topraktan yaratılmış olan insana Allah’tan almış oluğu vahiyleri tebliğ ettiği zaman eğer, o insan verilen bilgilere karşı duyarlılık gösterirse o Müslüman olarak yaşamın kurallarını vahye göre şekillendirir anlamında anlamak gerekir. Şu ayet de onu izah etmektedir.
17/13-Biz, her insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını) kendi boynuna doladık, kıyamet gününde onun için açılmış olarak önüne konacak bir kitap çıkarırız.
18/49 (Önlerine) Kitap konulmuştur; artık suçlu-günahkârların, onda olanlardan dolayı dehşetle-korkuya kapıldıklarını görürsün. Derler ki: Eyvahlar bize, bu kitaba ne oluyor ki, küçük büyük bırakmayıp her şeyi sayıp-döküyor?’ Yapıp-ettiklerini (önlerinde) hazır bulmuşlardır. Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
Vermiş olduğum bu iki ayetten sonra, İbrahim ölü kuşları nasıl diriltmiş onu anlamaya çalışalım. Ayette geçen dört kuş, ifadesi dört duyarsız hayvan anlamında anlamak gerekir. O hayvanları eğit ve senin çağrılarına cevap verebilecek duyarlılığa ulaşsınlar. Sen onları hangi göreve çağırsan onlar sana cevap verirler mesajı verilmektedir. Bir başka ifadeyle senin verdiğin komutlara amade olacaktır. Yine bir başka ifadeyle sana secde edecek, mesajı verilmektedir.
Yaşanan hayattan bir örnek verecek olursak köpek eğitildiği zaman eroin esrar koklama konusunda araba kasalarının gizli bölmelerine yerleştirilmiş eroin ve esrarı bularak polis ve jandarmanın işlerini kolaylaştırmaktadır. Daha sayılamayacak kadar çok birçok konuda insanların güçlük çekip yapamadığı alanlarda insanların işlerini kolaylaştırmaktadırlar.
Trenlerin kargoların telefon ve telgrafların icat edilmediği dönemlerde güvercinler eğitilerek mektup taşımaları, kuşların diriltilmesine birer örnektir. Öküzlerin eğitilerek, çift sürme makina ve traktörlerin icat edilemediği zamanlarda insanların çiftlerini sürmede, yüklerini taşımada duyarsız hayvanlar eğitilerek duyarlı hale gelmesi dirilme olayına verilmesi gereken örneklerdendir.
Taksilerin icat edilmediği dönemlerde insanların atları eğiterek yüklerini taşıması üzerlerine binerek ulaşmak istedikleri yerlere ulaşması insanların işlerini atlar kolaylaşmaktadır. Eğer vermiş olduğum örneklerde hayvanlar kendi ilgi alanını oluşturan konularda eğitilmemiş olsalardı hayvanlardan hizmet almaları mümkün olmazdı. İşte Allah ölü olanların dirilmesine bu örnekleri vermektedir. İnsanları da Allah öldükten sonra diriltip hesaba çekilecek mesajı verilmektedir.
Açıklamak istediğimiz ayeti tekrar naklederek, kastettiği manaya ulaşmaya çalışalım.
İnkâr edenler senin Allah’tan almış olduğun vahiyleri onlara iletmen senin parmağınla gösterdiğin Allah’ın ayetlerine bakmak yerine senin parmağına bakarak Allah’ın ayetlerini inkâr etmektedirler. Zaten hayata inkârla bakan insanlar, olayın iç yüzünü kavrayıp anlamadan asla kendi gidişatını değiştirmedikleri sürece Kur’an’ın ifadesiyle helak olmuşlar demektir.
İnkâr edenler karşılarında daha önce geçen ayetlerde inanmalarının şartını, peygamber olduğunu iddia eden kişinin bir melek olmasını, hazineleri olması, evinin altından olmasını veya kendilerinin ilah haline getirmiş oldukları, önderlerden birisinin olmasını istiyorlardı.
Allah da onlara cevap olarak, bu dünya hayatı bir imtihan salonudur. Allah dünya hayatında kim Allah’ın göndermiş olduğu vahiylerle yaşamını düzenlerse, sarp yokuşa göğüs gerer yoksul olanları yedirip içirir köleleştirilmiş olanların boyunlarını çözer zalim olanların zulmünden mazlum olanları gözetip kollarsa Allah bunları fazlasıyla ahiret hayatında vereceğini vaat etmektedir.
2/214- Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.
Dünya hayatı inanan insanlar için oyun eğlence yeri değildir. Dünya hayatı Allah’ın emanet ve sorumluluk yüklemiş olduğu denenme ve sınav salonudur.
Allah dünya hayatında bütün insanlara eşit uzaklıktadır. Emanet ve sorumluluk yüklemiş olduğu insana, iki farklı yol, iki farklı tercihten birini kullanma hakkı vermiştir. Bu yolun birincisi Allah’ın vahiylerle çerçevesini çizdiği yoldur. Bu yol bağışlanma tercihini kullanmak isteyen insanları yoludur. Bir başka ifadeyle muttaki olanların yoludur. Muttaki olanların ölümünü dirimini namazını ibadetlerinin kuralını Allah belirler.
Diğeri ise indirmiş olduğu vahiyler çerçevesi dışında ellerinde delil ve belgeleri olmayan kendi aralarında çelişkili tutarsız olan yüzlerce farklı farklı olan yollardır. Bu yolda yürüyen inkar eden ve zulmedenlere Allah ahiret hayatında ebedi cehennemi vaad etmektedir. Allah asla dünya hayatında iki farklı yolda tercih kullanan insanlara özel bir yardımda bulunmamış, onların dünya ve ahiret hayatı için kazandıklarını kendi çabalarına bağlamıştır.
76/3. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
Allah insanların önüne sermayeyi koymuş ve bu sermaye ile iki farklı yol göstermiştir. Ayrıca iki yoldan kendisinin nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu yola inanıp yaşayanlara ahiret hayatında ebedi cennet vaat etmiştir. Nebi ve resulleri yalanlayan ve şeytanın yolunda yürüyen insanlara da ebedi cehennem vaat etmiştir. Dünya hayatında Allah karar verme yol seçme tercihini insanların kendi özgür iradelerine bırakıp sınava tabi tutmaktadır.
Peygamberleri yalanlayan zorba ve zalim olan inkârcılara karşı Allah nebisini psikolojik olarak destek vererek şöyle söylemektedir.
29/33- Elçilerimiz Lut’a geldikleri zaman o, bunlar dolayısıyla kötüleşti ve içi daraldı. Dediler ki: ‘Korkma ve üzülme. Karın dışında, seni ve aileni muhakkak kurtaracağız. O ise, arkada kalacaktır.’
25/11. Hayır, onlar kıyamet-saatini yalanladılar; biz kıyamet saatini yalan sayanlara çılgınca yanan oradan ebedi olarak çıkamayacak bir ateş hazırladık.
Peygamberlerin insanlar için getirmiş olduğu en büyük haber ahiret hayatı ile ilgili olan haberdir.
Eğer Allah ahiret hayatı ile ilgili bilgileri peygamberler aracılığı ile bildirmemiş olsaydı, insanlar yine de cehennem hayatında ebedi olarak azap çekmiş olsaydı insanların hali nice olurdu? Ama Allah kendi toplumları içerisinden nebiler ve resuller seçerek insanları o korkunç azaba karşı uyarmıştır. Dileyen şükreder, dileyen inkâr eder. Dünya hayatında şükredene vahyi bilgiler dışında yardım etmiyor. İnkâr edenlere de inkârından dolayı özel bir müdahalede bulunmuyor. Ama Allah şükredenlere ve nankör olanlara ahiret hayatında mükâfat ve cezasını mutlaka ama mutlaka verecektir. Bu Allah’ın kesin bir vaadidir.
25/12. (Ateş,) Onları uzak bir yerden gördüğünde, onun gazaplı öfkesini ve uğultusunu işitirler.
Ayette geçen bu ifade müteşabih bir anlatımdır. İnkâr eden ve zulmedenlerin ahiret hayatında çekecek oldukları dehşet verici daha o azabı tatmadan bilgi vererek uyarılmaktadırlar. Ahiret hayatında kendilerine uyarıcı gelmedi demesinler diye bu bilgiler verilmektedir.
4/97- Melekler, kendi nefislerine zulmedenlerin hayatına son verecekleri zaman derler ki: ‘Nerde idiniz?’ Onlar: ‘Biz, yeryüzünde zayıf bırakılmışlar (Mustazaflar) idik.’ derler. (Melekler de:) ‘Hicret etmeniz için Allah’ın arzı geniş değil miydi?’ derler. İşte onların barınma yeri cehennemdir. Ne kötü yataktır o?
50/30-O gün cehenneme diyeceğiz: ‘Doldun mu?’ O da: ‘Daha fazlası var mı?’ diyecek.
Evet, Allah nebi ve resulü aracılığı ile daha o hayat vuku bulmadan öğüt almak isteyenlere öğüt vermektedir.
İnkâr eden ve zulmedenler, dünya hayatında Allah’ın kendilerine verdiği nimetlerden yoksulu doyurmaz, Mustazaf olanlara gücü yedmedi diye zulüm yağdırırlardı. Hani halk arasında şöyle bir söz vardır. Zalimin zulmü varsa mazlumun da Allah’ı vardır. Derler ya. İşte Allah mazlumun ahını Allah kendi eliyle onlardan alacaktır. O zavallı insanları hendeklere atıp onları ateşte yakarlar hendek etrafında gülerek onlarla alay edip eğleniyorlardı Allah onların güçsüz ve mazlum olanlara yapmış oldukları zulümlerin sessizliğini ahiret hayatında bozacağını, yaptıkları zulümlerin karşılığını fiti fitil burunlarından getireceğini vadediyordu.
Oysa Allah onlara dünya hayatında ergenlik döneminden, bunaklık ve ölüm dönemine gelinceye kadar yapmış oldukları zulümlere karşılık vermeyeceğine dair söz vermişti.
Evet, Allah din günün maliki olduğunu Fatiha suresinde söyler. O inkâr eden ve zulmedenlerin defterini ahiret âleminde düreceğini vaad eder. Allah asla vadinden caymaz.
25/14. Bugün bir yok oluşu çağırmayın, birçok (kere) yok oluşu isteyip-çağırın.
Bu korku verici aklını kullanan insanları uyaran ayet, ahiret hayatını inkâr eden ve zulmeden insanların fotoğrafını ortaya koymaktadır.
78/40-Gerçekten Biz sizi yakın bir azab ile uyardık. Kişinin kendi ellerinin önceden takdim ettiklerine bakacağı gün, kâfir olan: ‘Ah, keşke ben bir toprak oluverseydim’ diyecek.
İnkâr eden ve zulmedenler pişmanlıklarını itiraf etmeden önce dünya hayatında kendilerine gelen uyarıcılara karşı duyarlı olup Müslüman oflasalardı ahiret hayatında böyle bir sonuçla karşılaşmayacaklardı. Ne yazık ki dünya hayatında ölen kişilerin geriye dönmeyeceklerini daha önce Allah elçiler aracılığı ile onlara bildirmişti. .
Oysa o inkâr eden ve zulmedenler dünya hayatındayken kendilerine gelen uyarıcılara kulak vermiş olsalardı ahiret hayatında bu hal onların başlarına gelmeyecekti. Size daha önemli olanı haber vereyim mi? İnsanlar ölüm anında ahiret hayatında cennete mi gidecek, Allah onlara göstermektedir.
10/88. Musa dedi ki: ‘Rabbimiz, şüphesiz Sen, Firavun’a ve önde gelen çevresine dünya hayatında bir çekicilik (güç, ihtişam) ve mallar verdin. Rabbimiz, Senin yolundan saptırmaları için (mi?) Rabbimiz, mallarını yerin dibine geçir ve onların kalplerinin üzerini şiddetle bağla; onlar acı azabı görecekleri zamana kadar iman etmeyecekler.’
10/89. (Allah) Dedi ki: ‘İkinizin duası kabul olundu. Öyleyse dosdoğru yolda devam edin ve bilgisizlerin yoluna uymayın.’
10/90. Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): ‘İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım’ dedi.
10/91. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın.
10/92. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, bizim ayetlerimizden habersizdirler.
Belki okuyucular, ölüm anında daha ölmeden ahiret hayatında gideceği yeri nereden bildin diye bir soru sorabilirler. Yunus suresi seksen sekiz ile seksen dokuzuncu ayette geçen, şu ifadelere dikkatinizi çekmek istiyorum.
“10/89. (Allah) Dedi ki: ‘İkinizin duası kabul olundu”
Doksanıncı ayette geçen şu ifade firavunun daha ölmeden öce söylemiş olduğu şu ifade yeterli bir belgedir. “ Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): ‘İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım’ dedi.”
Ölüm anında ahiret hayatında gideceği yeri gösteren bir ayet daha nakledelim.
Yeri gelmişken Hazreti İsa hakkında mesnetsiz belgesiz olarak söylenenlerin Kur’an’ın anlattıkları ile uyuşmadığını vurgulamak için ilgili konuyu biraz açıklamak istiyorum. İslam toplumlarında Hazreti İsa peygamberin ölmediği kıyamete yakın bir zamanda yeryüzüne inip kırk yıl peygamberlik yapacağı inanışı vardır. Oysa bununla bütün canlıların doğup büyümesi ecellerinin sonu gelince ölecek olduğunu Allah söylerken onun ölmediğini söylemek Allah’ın söylediklerine inanmayıp, bu olsa olsa Allah adına zan ve tahminle din uydurmak demektir.
21/34-Senden önce hiç bir beşere ölümsüzlüğü vermedik; şimdi sen ölürsen onlar ölümsüz mü kalacaklar?
Evet, İsa peygamber ehli kitap olanlar tarafından öldürüldü. Ayette geçen şu ifade, “Oysa onu öldürmediler ve onu asmadılar. Ama onlara (bir) benzeri gösterildi.” Onun hayati fonksiyonlarını yitirmediği anlamında değil, siz o cesedin öldüğünü snıyorsunuz ama ben onu aldım cennetime koydum o rızıklanmaktadır. Mesajı ile inkâr eden ehli kitap toplumlarına ders vermektedir. Bakınız aynı ifade şehitler için de kullanılmaktadır.
2/54- Ve sakın Allah yolunda öldürülenlere ‘ölüler’ demeyin; hayır onlar diridirler. Fakat siz bunun şuurunda değilsiniz.
4/158. Hayır; Allah onu kendine yükseltti. Allah üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
Ayette geçen bu ifade aynen hazreti Musa peygambere ve onun askerlerine zulmeden onları yerinden yurdundan süren firavunun durumuna benzemektedir. Ehli kitap olanlar da İsa peygambere zulüm yaptılar onu öldürdüler. Onların yapmış oldukları inkâr ve zulüm nedeniyle kendilerine bir türlü gelemediler. Kötülükleri yapmaya hala, devam etmektedirler. Ayette geçen şu ifadede ölüm onlara gelince, “Andolsun, Kitap ehlinden, ölmeden önce ona inanmayacak kimse yoktur.”
Kitap ehli, yani Yahudiler ve Hristiyanlar, hazreti İsa’nın getirmiş olduğu dini yalanlayan insanlardı. Sakın bu söylediğimi yanlış anlaşılmasın. Çünkü Hz. İsa peygambere iman edenler Müslüman olanlardı.
3/52- Nitekim İsa, onlarda inkârı sezince, dedi ki: ‘Allah için bana yardım edecekler kimdir?’ Havariler: ‘Allah’ın yardımcıları biziz; biz Allah’a inandık, bizim gerçekten Müslümanlar olduğumuza şahid ol’ dediler.
Kitap ehli ölmeden öce Hz. İsa’nın getirmiş olduğu vahyi bilgilere inanmayıp ölüm anında kendilerine hazırlanmış olan cehennem azabını görünce, kör olan gözler, sağır olan kulaklar işitir hissetmeyen kalpler hisseder hale gelince İnanmadıkları İsa’nın getirdiği dine, inandıklarını söylemektedirler. Ama ne yazık ki, ölüm anında yapılan tövbe asla Allah tarafından kabul edilmeyeceği onlara bildirilmişti.
Allah inkâr eden ve zulmedenlerin fotoğrafını ortaya koyarak düşünen ve aklını kullanan ve ders almak isteyen insanlara, öğüt vermektedir. Bunun yanında bir de iman eden ve salih amel işleyenlerin varacak olduğu son durak hakkında da bilgi vererek iki farklı sonucu değerlendirmemizi isteyip dünya hayatında yol tercihi ve davranışlarımızı ona göre ayarlamamızı istemektedir.
Aynen dünya hayatında okula giden dersine iyi çalışan öğrencilerle, dersine iyi çalışmayan sürekli okul hayatlarını haylazlıkla geçiren öğrencilerin son durumu gibidir. Birisi yüksek makamlarda koltuk sahibi olmuş, diğeri ise o rahat hayattan mahrum olmuştur.
Nebi ve resulleri yalanlayan kavimler dünya hayatında çaba ve gayretlerine göre rızıkları eksiltilmeden verildikleri halde, ahiret âleminde inkâr edenlere Allah, merhamet etmeyecektir. Ahiret hayatında cehennem azabını tatmamak için, dünya dolusu rızık kazansa kazandıklarının tümünü kurtulmak için fidye olarak verse ne yazık ki orada fidye kabul edilmeyecektir.
13/18- Rablerine icabet edenlere daha güzeli vardır. O’na icabet etmeyenler, yeryüzündekilerin tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa mutlaka (kurtulmak için) bunu fidye olarak verirlerdi. Sorgulamanın en kötüsü onlar içindir. Onların barınma yeri cehennemdir, ne kötü bir yaratıktır o!..
Gelen peygamberlerin getirdiklerini önde gelenler ve inkâr eden kavimler, peygamberlerde şöyle bir fotoğraf görmek istiyorlardı.
17/90. Dediler ki: ‘Bize yerden pınarlar fışkırtmadıkça sana kesinlikle inanmayız.’
17/91. ‘Ya da sana ait hurmalıklardan ve üzümlerden bir bahçe olup aralarından şarıl şarıl akan ırmaklar fışkırtmalısın.’
17/93. ‘Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.’ De ki: ‘Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?’
17/94. Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: ‘Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?’ demelerinden başkası değildir.
Elçi de onlara şu cevabı vermektedir. Ben de sizin gibi bir beşerim. Yer içer çarşıda pazarda dolaşır ve evlenirim. Aynı zamanda, çoluk çocuk sahibi de olurum. Benimle sizin aranızdaki fark ben sadece Allah’tan aldığım bilgileri size aktarıyorum. Ve resul sözüne devam ediyor. Eğer siz yeryüzünde tatmin bulmuş melekler olsaydınız, Allah size gökten tatmin bulmuş meleklerden peygamber gönderirdi. Siz insansınız size Allah insan olandan bir peygamber gönderdi.
25/21. Bize kavuşmayı ummayanlar, dediler ki: ‘Bize meleklerin indirilmesi ya da Rabbimizi görmemiz gerekmez miydi?’ Andolsun, onlar kendi nefislerinde büyüklüğe kapıldılar ve büyük bir azgınlıkla başkaldırdılar.
İnkâr eden ve zulmeden kâfirlerin peygamberleri yalanlayanların en önde geleni kavmin hep önde gelenleridir. Bunun sebebi de onların kendilerini yeterli görüp şımarmalarındandır.
Allah ayette ifade edildiği gibi, ”Bir ülkeyi helak etmek istediğimiz zaman, onun ‘varlık ve güç sahibi önde gelenlerine’ emrederiz, böylelikle onda bozgunculuk çıkarırlar.” Burada mecazi bir anlatım sanatı kullanılmaktadır. Allah kimseye bozgunculuk yapın da ben sizi helak edeyim demez. Ama genelde bozgunculuk yapanlar hep önde gelenlerden çıkmaktadır. Yani Kur’an sebebi bilinen bir olayı daha güzel bir sebebe bağlayarak anlatım dili kullanarak böyle bir ifade kullanmaktadır. Allah bozgunculuk yapmayın der. Ama kendi sözünü dinlemeyenleri helak eder
Allah’ı görmek isteyenlere hazreti Musa peygamberden bir örnek vererek bir mesaj vermektedir.
Hazreti Musa Allah’ı görmek isteyince Allah asla beni göremezsin deyip, Allah kendisinin var ve bir olduğunu şöyle ifade ederek anlatmaktadır. “’Beni asla göremezsin, ama şu dağa bak; eğer o yerinde karar kılabilirse, sen de beni göreceksin.”
Dağın yerinde karar kılamaması ne demektir? Asıl düşündüren ders alınması gereken olay budur.
Allah insanların dışında var olan göklerde ne varsa hepsine genel başlık altında melek tabirini kullanmaktadır. Allah meleklere kendilerine ait olan bilgileri kodlamakta melekler de kendilerine kodlanmış olan bilgilerle kendi görev alanında hem Allah’a hem de insanlara secdelerini yapmaktadırlar. Hazreti Musa peygamber Allah’ı görme konusunda ısrar edince Allah da etrafta bulunan hayvanları bitikleri insanları madenleri ovaları incele tahlil et Allah’ın güç ve kuvvetini onlar üzerinde göreceksin der. Bir başka ifadeyle, Allah’ın tecellisini ve imzasını yaratılmış olan her bir varlıkta hissedeceksin göreceksin mesajını vermektedir.
Mülk suresinde bu olay şöyle anlatılmaktadır.
Yani göklerde ve yerde olan yaratıkları derinden derine inceleyip tahlil ettiğin zaman onların mutlaka ama mutlaka bir yaratıcısı olan Allah’ı bulursun mesajı verilmektedir. Allah’ın çelişkisiz bir kâinat ve çelişkisiz bir Kur’an göndermesi Allah’ın var ve bir olduğuna bir delil değil midir? Üstelik insanların dışında yaratılmış olan varlıkların istisnasız hepsi Allah’ı tespih etmesi de bu anlamı ifade etmektedir.
25/22. Melekleri görecekleri gün, suçlu-günahkârlara bir müjde yoktur. Ve o gün (melekler onlara) derler ki: ‘(Size sevinçli haber) Yasaktır, yasak.’
Kur’an melek kelimesine şu anlamı yüklemektedir. Meleklerde akıl irade ve seçenek yoktur. Bu sebeple akıl ve iradesi olmayan görülen ve görülmeyen bütün varlıklar melektir. O zaman diyebiliriz ki, kendisine emanet ve sorumluluk yüklenmemiş olan bütün varlıklar melektir. Eğer bir at veya bir elma ağacı veya bir rüzgâr veya bir dağdaki vahşi hayvan hepsi yaptıkları davranışların sorumluluğunu taşımayan varlıklar ise ki öyledir. Onlar da birer melek konumuna girmektedir. Yine bir ayetle bunu belgelemeye çalışalım.
Ayette belirtildiği gibi, evrende yaratılmış olan zerreden küreye kadar görülen ve görülmeyen insanın dışında bütün varlıklara emanet ve sorumluluk yüklenmediği vurgulanmaktadır. Öyleyse yeryüzünde ve kâinatta emanet ve sorumluluk yüklenen attığı her adımın konuştuğu her sözün yaptığı her davranışın sorumluluğunu taşıyan tek varlık insanlardır.
Açıklamasını yapmakta olduğum Furkan yirmi ikinci ayette geçen şu ifade “ Melekleri görecekleri gün, suçlu-günahkârlara bir müjde yoktur.”
Ayette ahiret hayatını kabul etmeyen dünya hayatında yaşamını inkâr ve zulüm ile sürdüren insanların karşılaşacakları ahiret hayatında var olan azap melekleri kastedilmektedir. Bir ayetle örnek vermeye çalışalım.
25/23. Yaptıkları her işin önüne geçtik, böylece onu savurulmuş toz zerreleri kılıverdik.
Ayette ifade edilen inkâr eden ve zulüm yapan insanların bütün yaptıkları işleri kabul etmedik ahiret hayatında onların yaptıkları infakları kabul etmeyip onların yüzüne çarptık ebedi cehennemi hak ettiler. Mesajı verilmektedir. Bazılarının söylediği gibi inkâr ettiği halde, iman etmese de ateist deist Yahudi Hristiyan veya başka din edinen insanların cennete gireceği anlayışını, Kur’an kabul etmeyip, derleyip toplayıp çöpe atmakta ve şöyle demektedir.
25/24. O gün, cennet halkının kalacakları yer daha hayırlı, dinlenecekleri yer çok daha güzeldir.
Bir önceki ayette cehennem halkının kalacağı yerden söz etmekteydi. Bu ayette de cennet halkının kalacağı yerden söz etmektedir. Hayatını içki kumar fuhuş bir takım Allah’ın yapma dediği şeyleri yapanlar mı, Allah katında sevimlidir? Yoksa Allah’ın yap dediğini yapan yapma dediğini yapmayanlar mı, Allah katında daha sevimlidir? Elbette Allah’ın vermiş olduğu emir ve yasakları yerine getirenlerden Allah razı olup onları, cennette hazırlanmış her türlü nimetlerle ödüllendirecektir.
25/25. Göğün bulutlarla parçalanacağı ve meleklerin bir indirilme ile indirileceği gün;
Ayet, kıyamet sahnesini hakkında bilgi verilip, canlandırılmaktadır. Dünya hayatında göklerde ve yerde ne varsa insanların emirlerine verilmişti. Artık insanlığa ayrılan süre bitip göç davulu vurmaktadır. Yaratılmış olan bütün varlıklar kendilerine ayrılan sür bitmiş her şey paramparça olup, işlevlerini kaybedeceklerdir. Şimdi sıra yeni bir yaratılışla Allah’ın yaratacağı ahiret hayatı başlayacaktır.
17/98-Bu, şüphesiz, onların ayetlerimizi inkâr etmelerine ve: ‘Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?’ demelerine karşılık cezalarıdır.
25/26. İşte o gün, gerçek mülk, Rahman (olan Allah)ındır. İnkâr edenler için oldukça zorlu bir gündür.
Mülk dünya hayatında da ahiret hayatında da Allah’ındır. Bu ifade Allah dünya hayatında insanların hangi yönde karar vermişse karar verdiği yönde Allah’ın müdahale etmemesi anlamında kullanılan bir ifadedir. Ancak din gününde Artık kim nasıl amel ile gelmişlerse getirmiş oldukları amellerle yargılanacak ve orada insanlara verilen kararda seçenek hakkının kaldırılması anlamında kullanmıştır.
İman eden ve salih amel işleyenlere kolay bir gün vardır. Allah onlara ebedi cennet vaat etmişti. İşte Allah vadinde durdu ve cennette rızıklanmaktadırlar. İnkâr eden ve zulmedenler için ise zorlu bir gündür. Allah onlara ebedi cehennem ve azap vaat etmişti. Onlar da ebedi bir azap içerisinde cezalarını çekmektedirler. Allah asla vaadinden dönmez o ne vaat etmişse mutlaka ama mutlaka gerçekleşecektir.
18/88-Kim iman eder ve salih amellerde bulunursa, onun için güzel bir karşılık vardır. Ona buyruğumuzdan kolay olanını söyleyeceğiz.’
92/10-Biz de ona en zorlu olanı (azaba uğramasını) kolaylaştıracağız.
İşte Allah’ın gönderdiği dini yalan sayanlar ve dünya hayatını oyun eğlence olarak görenlerin sonu budur. Allah bizi o korkunç azap gelmeden bizim düzelmemizi nasip etsin.
Ahret hayatına iman etmeyen kâfir ve müşrikler ahiret hayatına geldikleri zaman inanmadığı cehennem azabı onları karşılarcasına gelip çatınca pişmanlıklarını gizleyemedikleri ifade etmektedir.
6/27-Ateşin üstünde durdurulduklarında onları bir görsen; derler ki: ‘Keşke (dünyaya bir daha) geri çevrilseydik de Rabbimizin ayetlerini yalanlamasaydık ve müminlerden olsaydık.’
Allah hiçbir insanı hiç bir insanı, cinsiyet farkı gözetmeden herkese eşit uzaklıktadır. Ancak kim Allah’a yaklaşırsa Allah da ona yaklaşır. Kim Allah’ı hesaba almazsa, Allah da onları hesaba almaz.
Allah istisna yapmadan bütün insanlara uyarıcı göndermiştir. Uyarıcılara karşı kulaklarını tıkayan gözlerini kapayan kalplerini de kendi elleri ile mühürleyen insanlara da Allah dünya hayatında özel bir müdahalede bulunmamıştır. O inkâr eden ve zulüm yapan insanların cezalarını din günü olan, ahiret hayatında ertelediğini vaad etmektedir.
45/11-Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
28/47-Kendi ellerinin öne sürdükleri dolayısıyla, onlara bir musibet isabet ettiğinde: ‘Rabbimiz, bize de bir elçi gönderseydin de böylece senin ayetlerine uysaydık ve müminlerden olsaydık’ diyecek olmasalardı (seni göndermezdik).
Bu ayetler hep insanların ahiret hayatında başlarına gelen azap kendi ellerinin öne sürdükleri nedeniyle olduğunu üzerine basa basa durmaktadır. Yoksa Allah insana yaratılışta “Rabbim Allah’tır” diye verdiği sözden kendisi vaz geçmedikçe Allah onu o yaldan yanlış yola sevk etmez. Allah haktır asla zulmedici değildir.
Kur’an’da geçen ilgili ayetleri bir araya getirip yorumladığımız zaman, şöyle bir sonuç ortaya çıkmaktadır.
Allah, kimseyi saptırmaz, kimseyi bağışlayıp hidayete emdirmez. Kimseyi cennete ve cehenneme atmaz. Allah bunlarla ilgili bütün sermayeyi insanların önüne eksiksiz olarak koyarak insanları bu sermaye ile denemeye tabi tutmaktadır. İnsanlar Allah’ın vermiş olduğu sermayeyle bağışlanmak isteyene ve doğru yolda tercihini kullanıp yaşayanlara bağışladım der. Tercihini sapma yolunda kullanan ve zulmeden insanları da saptırdım der. Bu Kur’an’ın konuşma dilidir.
25/28. ‘Vah yazıklar bana, ne olurdu da filanı dost edinmeseydim.’
Dünya hayatında insanlar için iki farklı yol iki farklı tercih iki farklı da sonuç vardır.
76/3. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
Şükredenlerin yolu Allah’ın göndermiş olduğu nebiler ve resuller aracılığı ile vahiyler çerçevesinde çizilen yoldur. Kur’an bu yolda yürüyen insanlardan istisnasız olarak tamamına Müslüman ifadesi kullanmaktadır. Bu yolda yürüyenlerin yaşam biçimini hayat tarzını gökleri ve yeri yaratan Allah belirler. Bunların ahiret hayatında karşılaşacak oldukları sonuç ebedi cennettir.
Bunların dostu velisi Allah’tır resulüdür ve mümin olanlardır.
İkinci farklı yol ise, Allah’ın vahiyler çerçevesi dışında yaşamlarını ve hayat tarzıını düzenleyen insanların takip ettikleri, yoludur. Kur’an vahiyler çerçevesi dışında yol alan insanlara genel başlık altında cin kelimesi kullanmaktadır. Bunların sonu ahiret hayatında ebedi cehennemdir. İşte bütün peygamberlerin uyarıp korkuttuğu insanlar bu tip insanlardır.
Müjdelediği insanlar da nebi ve resullerin vahiyle çerçevelediği yolu takip eden insanlardır.
18/2-Dosdoğru (bir Kitaptır) ki, kendi katından şiddetli bir azabla uyarıp-korkutmak ve salih amellerde bulunan müminlere müjde vermek için (onu indirdi); şüphesiz onlara güzel bir ecir vardır.
Kur’an cinleri de temel olarak iki başlık altında ele almaktadır. Birisi Müşrik olan insanlardır. Diğeri ise ehli kitap olan insanlardır. Kur’an’dan bunlarla ilgili bilgileri, ayrı ayrı ayetler ışığında örnekler vererek açıklamaya, çalışalım.
Müşrik olanlar;
Müşrik ifadesi, içerisinde Allah’ın varlığını kabul eden insanlar da vardır. Allah’ın varlığını kabul etmeyen insanlar da vardır. Ama her ikisi de Allah’ın ilah ve rab olmadığı konusunda birleşmektedirler.
Günümüz toplumlarında bu tip insanların karşılığı ateistlerdir. Kur’an’ın müşrik kapsamına alıp Allah’ın var ve bir olduğunu kabul ettiği halde, Allah’ı ilah ve rap olarak kabul etmeyen deistlerdir.
29/61- Andolsun, onlara: ‘Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı kim emre amade kıldı?’ diye soracak olursan, şüphesiz: ‘Allah’ diyecekler. Şu halde nasıl oluyor da çevriliyorlar?
Kur’an’ın müşrik diye sınıflandırdığı insan tipleri, ateist deist ve benzeri olan insanlardır. Bu tip insanlar vermiş olduğum ayet örneğinden anlaşıldığı gibi Allah’ın Rab ve ilah olduğunu kabul etmeyen insanlardır. Yani Allah kitap peygamber göndermez ahiret hayatı diye bir hayat da yoktur. Biz dünya hayatında kanunumuzu kuralımızı kendimiz koyarız, diyen insanlardır. Kur’an okuyanlar bilirler ki, Kur’an bu tip insanlara, müşrikler, puta tapıcılar, şirk koşanlar, bilmeyenler, ümmiler, ata dinini takip edenler, cahiller, ismini kullanarak insanlardan gayri rabbani yolda karar veren insanlardan sıfat alarak isimlendirilmiştir.
Ehli kitap olanlar;
Ehli kitap olanlar, Allah’ın göndermiş olduğu, kitapları, bazı peygamberleri, ahiret hayatını cibrili kabul ettikleri halde vahiy orijinli olan kitaplarda aktarılan hak ve hakikatleri satıp gizleyerek zan ve tahminle Allah’tan olmadığı halde, bu Allah’tandır diyerek dünya menfaati din uyduranlara Kur’an bu ismi vermektedir.
Kur’an içerisinde yaklaşık olarak otuz iki yerde ehli kitap kelimesi geçmektedir. Hepsine bakın olumlu ve pozitif anlamda kullanılan bir ifade bulamazsınız. Ayetlerden dilerseniz kitap ehli hakkında söylenen birkaç tane örnek verelim.
3/ 70. Ey Kitap Ehli, siz şahid olup dururken, ne diye Allah’ın ayetlerini inkâr ediyorsunuz?
3/ 71. Ey Kitap Ehli, neden hakkı batıl ile örtüyor ve bildiğiniz halde hakkı gizliyorsunuz?
Doğru yol Allah’ın vahiylerle çerçevesini çizdiği, yoldur. Kur’an hakla batılı doğru ile yanlışı iyi ile kötüyü net bir şekilde ayırt eden istisna yapılmadan bütün peygamber ve peygamberlere indirilen kitapların yoludur.
Tefsirini yapmakta olduğumuz ayeti tekrar naklederek kastedilen mana nedir, anlamaya çalışalım.
25/28. ‘Vah yazıklar bana, ne olurdu da filanı dost edinmeseydim.’
İşte yukarıdan beri aktarmış olduğum ayetler, kimin Müslüman kimin Müslüman olmadığını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Kur’an, kurtuluş olanların sadece ve sadece Müslüman olanlar olduğunu üzerine basarak vurgulamaktadır. İnkâr eden ve zulmedenler ise yıkıma uğratıldığını izah etmektedir. O zaman nebi ve resullerin getirmiş olduğu vahiylere göre, iman edip salih amel işleyenler kurtulmuştur. Diğerleri ise helak olmuşlardır.
Ayette ifade edildiği gibi son pişmanlık fayda vermeyeceğini ahiret hayatına gelindiğinde falanı filanı dost edinmeseydim diyenlerin Allah’ın göndermiş olduğu nebiler ve ona iman eden Müslüman olanlar dışında insanlar yaşadıkları hayatı sorgulamaları gerekir. Allah’ı ve onun göndermiş olduğu peygamberleri ve kitapları inkâr eden insanlar o hale gelmeden önce kendilerine çeki düzen versinler uyarısında, bulunmaktadır. Kur’an Kaf suresinde kimin kimi dost edinilip, kimin kimi dost edilmeyeceğini, şu ayetler, net bir şekilde izah etmektedir.
50/21. (Artık) Her bir nefis, yanında bir sürücü ve bir şahid ile gelmiştir.
50/24. Siz ikiniz (ey melekler), her inatçı nankörü atın cehennemin içine,
50/25. Hayra engel olan, saldırgan şüpheciyi,
50/29. ‘Huzurumda söz değişikliğe uğratılmaz ve Ben kullara zulmedici değilim.’
50/30. O gün cehenneme diyeceğiz: ‘Doldun mu?’ O da: ‘Daha fazlası var mı?’ diyecek.
Sonuç olarak Müslüman olanları, dost veli ve arkadaş edinenler kurtulmuş diğerleri de yıkıma uğramıştır.
Bu ifade inkâr eden ve zulmedenlerin ahiret hayatında yapmış olduğu bir itiraftır. Allah kimseyi kendisi istemedikçe bütün dünyadaki insanlar toplanıp bir araya gelseler, onu ne hidayete erdirebilir ne de saptırabilirler. Onun gözünü ellerini ayaklarını bağlayabilirler, ama Allah ile kalbi arasındaki bağı, insanın kendisi istemedikçe o bağı, koparamazlar. Onlar ahiret hayatında Allah’ın huzuruna toplandıkları zaman, şeytanı onları yalnız bırakmıştır.
43/ 36. Kim Rahmanın zikrini görmezlikten gelirse, biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.
Bu kadar şeytanla ilgili ayet aktardıktan sonra şeytanın tanımını yapmamak herhalde haksızlık olurdu.
ŞEYTAN; Her insanın öz yapısında var olan iblisin teklifleri yönünde karar veren yasak ağaçtan beslenen ve iblisin tekliflerini ilke haline getiren, hakka karşı gözleri kör kulakları sağır kalpleri mühürlenmiş geriye dönüşü mümkün olmayan insanların, adıdır.
2/14- İman edenlerle karşılaştıkları zaman: ‘İman ettik’ derler. Şeytanlarıyla baş başa kaldıklarında ise, derler ki: “Şüphesiz, sizinle beraberiz. Biz (onlarla sadece) alay ediyoruz.’
Kur’an içerisinde yaklaşık olarak seksen dört yerde şeytan kelimesi geçmektedir. Bu ayet konu içerisinde insanlar içerisinden inkâr edip iman edenlere biz de sizin gibi iman ettik. Fakat kendileri gibi inkâr edenlerin yanlarına geldiklerinde biz iman etmedik onlarla alay ettik diyen kâfir münafık olan insanların ta kendileridir.
Dikkat ederseniz Kur’an genelde doğru yolda olanların çok az olduğunu, ama inkâr eden ve zulmedenlerin insanların çoğunlukta olduğunu, sürekli tekrar etmektedir.
5/62- Onlardan çoğunun günahta, düşmanlıkta ve haram yiyicilikte çabalarına hız kattıklarını görürsün. Yapmakta oldukları ne kötüdür.
Resulün kavmi bu Kur’an’ı nasıl terk etti. Bu Kur’an insanlar tarafından nasıl terkedildi? Onu anlamaya çalışalım.
1-Bu Kur’an’ı biz anlayamayız âlim olanlar anlar deyip Kur’an’ı anlamak için çaba göstermediler. Kur’an’ı böylece terk etmiş oldular.
2-Kur’an’ı ölülere okudular dirilere okumadılar Kur’an’ı böylece terk etmiş oldular.
3- Bu Kur’an Muhammed’in kendi uydurmasıdır dediler Kur’an’ı böylece terk etmiş oldular.
4- Bu Kur’an geçmişlerin hikâye ve masallarıdır dediler Kur’an’ı böylece terk etmiş oldular.
5- Allah kitap peygamber göndermez biz dünyada yaşarız ölürüz yeniden diriltilecek değiliz dediler, Kur’an’ı böylece terk etmiş oldular.
6- Mezhepleri cemaatleri meşrepleri kendilerine yol gösterici olarak kabul ettiler Kur’an’ı böylece terk etmiş oldular.
7-Bu Kur’an’ı biz anlayamayız onun açıklamasını ancak peygamber yapar deyip peygamberi kalkan olarak kullanıp peygamberin söylemediği sözleri söyleyip hadis adı altında kütübü sitte ile Kur’an’ı terk ettiler.
8- Allah’ın emri onlara uzak geldi dünya hayatını ahiret hayatına tercih ettiler Kur’an’ı terk ettiler. Daha çok sayabiliriz ancak bu kadar söylediklerimiz Kur’an neden ve niçin terkedildi, konusunda yeterli bir bilgi verildiği kanaatindeyim.
“Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir.”
Kur’an’da düzeltilmiş olan beşer ifadeleri hep peygamberler için kullanılmıştır. Onlar bir yanlışlık yaptığı zaman yapmış olduğu yanlışlığı Allah vahiyle düzeltmiş yerine doğrusunu getirmiştir. Allah onun için peygamberler sizin için güzel bir örnektir. İfadesi kullanarak onların yerini ve konumunu farklı bir yere koymuştur. Şu ayet, peygamberlerin yeri ve konumu hakkında net bir bilgi vererek izah, etmektedir.
Ayette geçen Allah ve resulü ifadesi kullanırken insanlar şöyle anlamışlardır. Sanki Allah Kur’an’a itaati Allah’a itaat, hadislere itaat resulüne itaat olarak anlamışlardır. Oysa Resul, söylediği zaman vahiy söyler ya da söyledikleri vahiylerin harmanlamasının bir yorumu ve tezahürüdür. O zaman şöyle diyebiliriz. Resul Allah’ın söylediğinden başka bir şey söyleyemediği gibi, sadece Allah’tan almış olduğu bilgileri bize aktarmaktadır. O zaman şöyle demek daha isabetli olurdu kanaatindeyim. Nebi olan elçinin söyledikleri Allah’ın söyledikleridir. Ona itaat Allah’a itaattir. Ona itaatsizlik de Allah’a itaatsizliktir. Çünkü o vahyin dışında söylem ve eylemde bulunmuş olsaydı ne yapacağını Allah bize bildirmektedir.
69/ 43. Âlemlerin Rabbinden bir indirilmedir.
69/ 44. Eğer o, bize karşı bazı sözleri uydurup-söylemiş olsaydı.
69/ 45. Muhakkak onun sağ-elini (bütün güç ve kudretini) çekip-alıverirdik.
69/ 46. Sonra onun can damarını elbette keserdik.
Ayetlerden aktardıklarımızdan şunu anlamamız gerekmektedir. Peygamberler ya vahiy söylerler, ya da söylemiş olduğu sözler, vahiylerin harmanlamasının bir yorumudur. O da Kur’an’ın kendi içerisinde geçen, ayetlerin mutlaka ama mutlaka yorumda esintileri var demektir. Yoksa peygamber adına Yahudi ve Hristiyanların pompaladıkları uydurma sözler değildir.
İnkâr edenlerin arzusu üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek için bu gibi itirazlarda bulunmaktadırlar. Oysa Allah Kur’an’ı hakla batılı doğru ile yanlışı iyi ile kötüyü net bir şekilde yirmi üç yıllık bir zaman dilimi içerisinde indirilip tamamlamıştır.
“Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.
Evet, Allah Kur’an’ı sayfalara yazılmış bir kitap olarak değil, Peygamberin kalbine ilka ve ilham ederek vahyedildi. Nebi kendisine gelen vahiyleri eksiltmeden fazlalaştırmadan insanlara aktardı. İman edenler onu bir taraftan ezberlediler bir taraftan da deriler ve kâğıtlar üzerine yazdılar.
Evet, Allah insanların sürekli tartışıp durdukları konuda dileyen iman etsin dileyen inkâr etsin diyerek son noktayı koymaktadır. İnsanların iman edip iman etmemesini, kendi özgür iradelerine bırakmıştır.
Allah, ne söylemişse mutlaka ama mutlaka bir belgeye dayanarak söylemektedir. Belgesiz hiçbir şey söylememiş İman eden insanlara delilsiz belgesiz hiçbir şeye, inanmamaları konusunda uyarı vermektedir. Kur’an’a göre belge, iki kısma ayrılır. Birisi indirilmiş olan vahyi ayetlerdir. Diğeri ise yaratılmış olan kevni ayetlerdir.
2/81. Evet; kim bir kötülük işler de günahı kendisini kuşatırsa, (artık) onlar, ateşin halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.
2/82. İman edip salih amellerde bulunanlar ise cennet halkıdırlar; orada süresiz kalacaklardır.
Ayetlerde bahsedildiği gibi, Yahudiler dediler ki cehennem ateşi bize sayılı günlerde dokunacak daha sonra cehennemden çıkıp, cennete gideceğiz demektedirler. Allah da sizin Allah’ın gönderdiği kitaptan başka elinizde söylediğinizi kanıtlayacak bir kitabınız mı var? Diye soru sormaktadır.
Bu anlayış İslam toplumlarına da sıçramıştır. Kur’an’a göre cennet süresizdir. Cehennem de süresizdir. Kur’an’ın hiç bir yerinde cehenneme girenler günahları miktarınca yanıp daha sonra cennete girecekler, diye bir ifade yoktur.
İman eden ve salih amel işleyenler ebedi cennette kalacak. İnkâr eden ve zulmedenler ise ebedi cehennemde kalacaklardır. Dünya hayatında Allah iki arada bir derede insan bırakmayacağını vaad etmektedir.
25/35. Andolsun, biz Musa’ya kitabı verdik ve onunla birlikte kardeşi Harun’u yardımcı kıldık.
Allah, İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa göndermiş olduğu bütün peygamberlere kitap ve hikmet vermiştir. Kitap indirilen vahyi bilgilerdir. Hikmet ise kendilerine gelen kitabı gereği gibi anlama yeteneği gereği gibi kavrama yeteneği, gereği gibi anlama feraseti, verilmesi, demektir.
3/81-Hani Allah peygamberlerden ‘kesin bir söz (misak)’ almıştı: ‘Andolsun size Kitap ve hikmetten verip sonra size beraberinizdekini doğrulayan bir elçi geldiğinde, ona kesin olarak iman edecek ve ona yardımda bulunacaksınız.’ Demişti ki: ‘Bunu ikrar ettiniz ve bu ağır yükümü aldınız mı?’ Onlar: ‘İkrar ettik’ demişlerdi de ‘Öyleyse şahid olun, ben de sizinle birlikte şahid olanlardanım,’ demişti.
Bütün peygamberlerin nerede ne yapmaları gerektiğini Allah belirler. Peygamberler kendi arzu ve isteklerine göre konuşmaz. Bundan dolayı peygamberler örnek alınması gereken insanlardır. Çünkü onlar yanıldıkları zaman vahiyle düzeltilen insanlardır. Öyle peygamberler gelmiş geçmiş ki, kendilerini destekleyen bir tane insan bile çıkmamıştır. Onun için bütün peygamberler kendilerinden sonra gelecek olan nesle kendi misyonunu sürdürmesi için bir erkek çocuk istemişlerdir.
Allah Musa’ya da kendisini destekleyen Harun’u vermiştir. Tabi ki bu haşa sadece Allah’ın isteği ile değil, Harun’un istemesi ile Allah’ın isteğinin buluşması ile olacak olan bir şeydir. Yani Kur’an ayette sebebi bilinen bir olayı daha güzel sebebe bağlayarak anlatmaktadır.
Furkan suresinde bu olay çok kısa anlatılmış. Hazreti Musa Ve hazreti Harun ile ilgili kıssalar değişik surelerde detayına kadar anlatılarak kendisinden sonra gelecek olan kavimlere ibret belgesi teşkil etmektedir. Ancak konu ile ilgili bölümde Musa ve Harun firavun ve önde gelenlere gittiler onlar da kendilerine gelen peygamberi yalanladılar. Sonuç olarak helak ettik kökünü kuruttuk, sayha tuttu, yıkıma uğrattık ifadeleri yalanlayan kavimlerin yalanlama sonucunda ilahi mesajdan nasip almamaları nedeniyle Allah onları helak ettik ifadesi kullanmaktadır. Yoksa Allah onlara bu dünya hayatında asla müdahale etmediğinden söz etmektedir.
Nuh kıssası da değişik sure ve ayetlerde geniş geniş anlatılmıştır. Ancak bu surede Nuh peygamber, gönderildiği kavme Allah’tan başkasına kulluk etmeyin diye söylediğinde onlar kendilerine gelen Nuh peygamberin getirdiği ayetleri yalanlamışlardır.
Allah da gönderdiği peygamberini yalanlamaları nedeniyle uyarılara inanmamaları nedeniyle onlara fayda vermedi. Dolayısı ile yaptıkları inkâr ve zulüm sebebiyle ebedi cehennemi hak ettiler. Mesajı verilmektedir. İnşallah Nuh tufanı nedir dünyanın tamamını mı sular kapladı yoksa belirli bir bölge mi su altında kaldı? Yoksa başka bir anlatım sanatı mı var? Onları zamanı zemini geldikçe geniş geniş anlatacağız inşallah.
25/38. Ad’ı, Semud’u, Ress halkını ve bunlar arasında birçok nesilleri (yok ettik).
Kur’an’da kıssaları anlatılan, peygamberin getirmiş olduğu vahyi bilgileri yalanlayan kavmlerin akıbetleri nasıl olduğunu son nebi ve resule anlatarak nebisini teselli etmektedir. Sakın yılgınlığa düşme kararlı bir şekilde yürü bunlar sen ve senin kavminin başına da gelecek, mesajı verilmektedir.
2/214-Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır.
25/39. Biz (onlardan) her birine örnekler verdik ve her birini darmadağın edip mahvettik.
Allah göndermiş olduğu peygamberlere kendisinden önce gelmiş geçmiş peygamber ve kavimlerinden örnekler vererek bunlar senin başına da gelecek. Bu dünya hayatında kimin ne yapıp yapmayacağını denemekteyim. İnkâr eden ve zulmeden kâfirlerin cezasını ahiret hayatına erteliyorum diyerek nebisini uyarmaktadır.
Allah son nebi ve resule geçmiş peygamber ve kavimlerle ilgili geçen kıssaları anlatmakta ve seni de yalanlayıp inkâr edeceklerdir. Sen sabret biz seni daha güzelleri ile seni ve sana tabi olanları ödüllendireceğiz mesajı verilmektedir.
9/16-Yoksa siz, içinizden cihat edenleri ve Allah’tan ve Resul’ünden ve müminlerden başka sır-dostu edinmeyenleri Allah ‘bilip (ortaya) çıkarmadan’ bıraktırıvereceğinizi mi sandınız? Allahyaptıklarınızdan haberdardır.
25/41. Seni gördükleri zaman, seni yalnızca alay konusu edinmektedirler: ‘Allah’ın, elçi olarak gönderdiği bu mu?’
Gönderilen elçiler neden yalanlandı? Şu ayetler onu anlatmaktadır.
17/93. ‘Yahut altından bir evin olmalı veya gökyüzüne yükselmelisin. Üzerimize bizim okuyabileceğimiz bir kitap indirinceye kadar senin yükselişine de inanmayız.’ De ki: ‘Rabbimi yüceltirim; ben, elçi olan bir beşerden başkası mıyım?’
17/94. Kendilerine hidayet geldiği zaman, insanları inanmaktan alıkoyan şey, onların: ‘Allah, elçi olarak bir beşeri mi gönderdi?’ demelerinden başkası değildir.
Müşrik ve puta tapıcı olanlar, kendi yollarının dosdoğru olduğunu zannetmekte ve dolayısı ile Allah’ın göndermiş olduğu nebileri ve resulleri sapıklık mecnun, cinlenmiş olmakla suçlamaktadırlar. Nebi ve resullerin getirmiş olduğu vahyi bilgilere uymakla onlar kendilerinin sapacak olduklarını zannetmektedir. Nitekim şu ayetler kimin doğru yolda kimin yanlış yolda olduğunu bize net bir şekilde izah etmektedir.
43/36. Kim Rahmanın zikrini görmezlikten gelirse, biz bir şeytana onun ‘üzerini kabukla bağlattırırız’; artık bu, onun bir yakın dostudur.
43/37. Gerçekten bunlar (bu şeytanlar), onları yoldan alıkoyarlar; onlar ise, kendilerinin gerçekten hidayette olduklarını sanırlar.
Doğru yol Allah’ın vahiylerle çerçevesini çizdiği yoldur. Kim indirilen vahye göre yaşamını, hayat tarzını düzenlerse, kurtuluşta olan onlardır. Diğerleri ise inkar ve zulümleri nedeniyle sapmış ve helak olmuşlardır. Ayetin devamında ise Allah dünya hayatında böyle söylemektedirler. “Azabı görecekleri zaman, kim yol bakımından daha sapıkmış, öğreneceklerdir.” Bunu söyleyen de Allah’tır. O inkâr edenler akla karayı ahiret hayatında göreceklerini Allah vaat etmektedir.
Şeytanın kabuk bağlayıp asla doğru yolu bulamayacak olan insanların en önde gelenleri müşriklerdir. Müşrik olan insanları Allah asla bağışlamaz. Müşrik olanlar kendilerini başka ilahlara bağlı oldukları için kendilerini bağışlayamaz. Çünkü Allah insanlara karar verdikleri yönde müdahale etmeyeceğini bildirmektedir. Kişi kendi Allah’ın dışında bağlı kaldığı ilahlardan bağını çözüp kurtula bilse o özgürlüğe kavuşmuş demektir. Özgür olan insanlar ancak doğru ve yanlışı biri birinden ayırt edebilirler. Bir yere bağımlı olan insan nasıl bağlandığı ilahları terk eder de, Allah’ın ilahlığını kabul edebilir.
Kişi kendisi bağışlanmak ister ve kendisini bağışlayabilirse, Allah da onu bağışlar. Ancak şirk koşan insanlar kendilerini şirkten uzaklaştıramadıkları için Allah bağışlamam ifadesi kullanmaktadır.
İki defa iman edip iki defa inkâr eden ve inkârını arttıranlar yalama yapmış cıvata ve somun gibidirler. O cıvata ile somun asla iş görmez duruma gelmiştir. Onları ne kadar çaba göstersen yalama yapan cıvata ve somun birbirlerini tutmuyorsa, vermiş olduğum ayet örneğinde olduğu gibi inkâr eden ve inkârını arttıran insanlar asla geriye dönüşü mümkün olmayan bir moda girmiş demektir. Eğer o kişi kendini değiştirip düzeltse bir başka bir ifadeyle bağışlayacak bir konuma gelse Allah da onları bağışlar.
Bu ayet bazı İslam müfessirlerini şaşkınlığa uğratmaktadır. Bu ayet üzerinde biraz durmak istiyorum. Son zamanlarda bazıları tarafından bu Kur’an Allah tarafından gönderilmiş bir kitap olamaz. Kur’an Muhammed’in uydurmuş olduğu bir kitaptır diyenler olduğu gibi, aynı zamanda Allah nebi ve resullere indirmiş olduğu vahiyleri değiştirerek aktarmıştır diyenler de olmaktadır.
Hayır, Allah bu Kur’an’ı direk aracısız olarak peygamberin kalbine ilka ve ilham etti. O da ağzından dökülen cümlelerle eksiltmeden fazlalaştırmadan kendisine aktarıldığı şekilde iman eden insanlara yazdırdı ve ezberletti.
Kur’an’da Allah nebi ve resullere aktarırken Cebrail aracılığı ile gönderdi anlayışı Kur’an anlayışına bir takım süpekilosyana uğramasına neden olmuştur. Genelde müfessirler Kur’an’ın Cebrail Allah’tan vahyi bilgileri alır. İnsan şeklinde görülür peygambere Allah’tan aldığı vahiyleri aktarır, olarak anlamışlardır.
Cibril Allah’ın kendi bilgilerini nebi ve resullerin kalbine ilka ve ilham ederek aktarma olayının adıdır. İstisnasız bütün mealler, nerde bir ruh kelimesi geçse ona Cebrail anlamı yüklemişlerdir. Bu şekilde yaklaşım, Kur’an’ın doğru anlaşılmasına engel olmaktadır. Açıklamakta olduğumuz ayeti tekrar naklederek ayette geçen ifadelerin ne demek istediğini anlamaya çalışalım.
Kur’an insan vücudunu altı ana parçaya ayırmaktadır. Beden, can, ruh, iblis takva ve akıldır. Bunlar insanın olmazsa olmaz parçalarındandır. İnsan hem iblisin tekliflerine karşı eğilimli, hem de takvanın tekliflerine karşı eğilimli nötr bir varlıktır. Yeryüzünde ve evrende insanlara en yakın olan varlık hayvanlardır. İnsanlarda ve hayvanlarda şu üç özellik, istisnasız vardır. Her ikisinde de vardır. Beden, can ve ruhtur. Ama insanları hayvanlardan ayıran da şu üç özelliktir. İblis, takva ve akıldır. İşte insanı inşa yapan ve insanları diğer varlıklardan ayıran bu üç farklı özelik insana emanet ve sorumluluk yüklenmesine vesile olmaktadır.
Dikkat ederseniz ayette yaratılmış olan varlıkları temel olarak iki kısma ayırmaktadır. Birisi emanet ve sorumluluk yüklenmemiş olan varlıklardır. Kur’an bunlara genel başlık altında istisnasız hepsine melek demektedir. Bir de emanet ve sorumluluk yüklenmiş olan varlıklar vardır. Kur’an bunların hepsine genel başlık altında insan diye hitap etmektedir. Evrende insanların biyolojik ve fizik ve psikolojik yapıları da dâhil olmak üzere insanın dışında yaratılmış olan bütün varlıklar insana secde etmek için yaratılmış ve istisnasız hepsi insana secde etmektedirler.
Burada iblis de insana secde etmektedir. Ancak iblis Allah’a ibadet ve kulluğu yapmayan insanlara secde etmektedir.
22/18. Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azab hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.
O zaman ayetler ışığında istisnasız bütün melekler hem Allah’a hem de insanlara secde etmektedirler. Ama insanlara gelince bir bölümü secde etmekte bir bölümü de secde etmemektedirler.
Bu açıklamalardan sonra açıklamasını yapmakta olduğumuz ayette geçen, tekrar akıl konusuna gelelim. Aklını kullanmayan insanlara eğer hayvanlar gibi diyorsa demek ki, bu ifade hayvanlarda akıl ve irade yoktur. Emanet ve sorumluluk da yüklenmemiştir. Emanet ve sorumluluk sadece insanlara yüklenmişse eğer hayvanlar gibi olan insanlarda akıl mı yok? Yoksa akıl olduğu halde aklını süfli arzuları ve dünyevileşme şeytanlaşma yolunda mı kullanmaktadırlar. Olsa olsa akılları olduğu halde aklını şeytanlaşma yolunda kullandıkları gerçeğini ortaya koymaktadır.
Biz de diyoruz ki, insanı meydana getiren ve insanları diğer varlıklardan ayıran şu üç parça insan kontrolü altındadır. Bir başka ifadeyle insanların emirlerine amade kılınmıştır. İblis takva ve akıldır. Bunlar insanı bir parlamento konumuna getirmektedir.
Eğer insan iblisin yönünde karar verir insan iktidarını yasak ağacının meyvelerinden beslenirse İnsan iktidarını iblisin teklifleri yönünde kurar. Muhalefet takva olur. Eğer insan yol tercihini takvanın teklifleri yönünde yapar ve vahiylerle yaşamını düzenlerse iktidar takva olmaktadır. İşte insan iktidarını ister iblisin yönünde isterse takvanın yönünde kurarsa akıl her ikisine hizmet sunmakla görevli bir melektir.
Eğer insan iktidarını iblisin teklifleri yönünde kullanırsa akıl ona hizmet ettiği halde Kur’an’ın konuşma dilinde aklını kullanmayanlar diye zikredilmektedir. Çünkü o insan bir an kadar kısa olan dünyayı ahiret hayatına tercih ettiği zaman o insan ebedi cehennemi hak etmektedir. Eğer insan iktidarını takvanın teklifleri yönünde kurarsa akıl ona da secde veya hizmet etmektedir. Çünkü o aklını takva yönünde kullanmakla ebedi bir cennet kazanmaktadır.
Eğer insanda akıl yoksa o deli hükmündedir. Delilerde yapmış olduğu davranışların iyi ve kötü olduğunu bilmez. Yine eğer aklını kullanmayan bütün insanlar cehennemde giriyorsa bunlarda akıl yok demek doğru bir şey değildir. Akıl ve iradesi olmayan insanlar zaten melek hükmündedir. Onlar için ne cennet ne cehennem ne de dünya hayatında sınav vardır. Allah aklı olan insanları sınava tabi tutmaktadır.
Demek ki cehenneme giren insanlarda da akıl varmış. Ama onlar akılını Allah’ın razı olacağı istikamette değil, nefsani arzu peşinde dünyevileşmek için kullanmışlar. Hiçbir melek hata yapmadığı gibi akıl da bir melektir o da hata yapmaz. Ancak akalı kötüye kullanan insanlar hata yaparlar. Yapmış oldukları kötülükleri akıl ile yaparlar.
Ayette geçen, aklını kullanmayan kendisine yüklenen emanete ihanet eden insanlara kitap yüklü eşek demektedir. Hatta seslerin en çirkini eşeklerin sesidir derken hayvan olan eşek değil, emanete ihanet eden, ayetleri inkâr eden ve zulmeden kâfirler için bu ifadeyi kullanmaktadır.
Kur’an’a göre yeryüzünde ve kâinatta insanların dışında görünen ve görünmeyen bütün varlıklar istisnasız hepsi, melektir. Meleklerde akıl ve irade yoktur. Dolayısı ile emanet ve sorumluluk da yoktur. Hayvanlar ve bitkiler de aynen öyledir.
Aklını kullanmayan ifadesi kullanırken akıl ve irade verilmeyen hayvanlarla, kendisine emanet ve sorumluluk yüklenen insan eğer bu sorumluluğu yerine getirmiyorsa bu hayvan gibidir hatta daha aşağı bir konumdadır demenin ne mahsuru var?
Hayvanlar kendilerine verilen görevi suiistimal etmeden yerine getirmektedirler. Ama insanlara gelince insan kendisine yüklenmiş olan emanet ve sorumluluğu yerine getirmeyerek ihanet etmektedir. Böyle insanlar hayvandan aşağıdır demesi yerinde ve dozunda söylenmiş olan bir ifadedir.
31/19-‘Yürüyüşünde orta bir yol tut, sesinden de (yüksek perdeleri) eksilt. Çünkü seslerin en çirkin olanı gerçekten eşeklerin sesidir.’
Ayette çirkin olan ses, hayvan anlamında olan eşek sesi değil, kendisine yüklenmiş olan emanet ve sorumluluğu yerine getirmeyen inkâr eden ve zulmeden insanları adres olarak göstermektedir.
8/55-Allah katında canlıların en kötüsü, şüphesiz inkâr edenlerdir. Onlar artık inanmazlar.
Allah inkâr edenlere maymun da der, domuz da der, eşek de der hayvan da der, size ne. Yaratan Allah’tır. Allah yaptığından dolayı kimseye hesap verici değildir.
Bu ayet insanlara mükemmel bir bilgi sunarak her şeyin sebep ve sonuç ilişkisine göre düzenlendiği anlamını, ortaya koymaktadır. Eğer ortada bir fotoğraf varsa mutlaka onun bir aslı vardır. Eğer ortada bir çocuk varsa mutlaka onun bir babası ve anası olması gerektiğini, eğer ortada bir güneş varsa mutlaka gölgenin ortaya çıkabilmesi için, cismin olması gerektiğini Allah delil olarak göstermektedir.
Ayette geçen gölgenin uzayıp kısalması dünyanın güneş etrafında dönüşünün gece ile gündüzün meydana gelişinin de bir delilidir.
Bu ayetler hep, evren yasalarının nasıl düzenli ve intizamlı, bir akış içerisinde işlediğinin bir delilidir.
25/46. Sonra da onu tutup kendimize ağır ağır çekmişizdir.
Ayette geçen bu ifade, Allah dünya hayatında insanlara kendi özgür iradesini vererek dilediği yolda tercih kullanma hakkını vermiştir.
76/3. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
Allah irade ve sorumluluk sahibi insanlara iki farklı yol göstermiştir. Allah her insana yaşamış olduğu hayattan örnekler vererek bu olayı hikmetli ve mantıklı bir şekilde anlatmaktadır. Her insana bir olay karşısında iki farklı ses gelmektedir. Birisi bu seslerin iblisten, diğeri ise takvadan gelmektedir. İnsanda var olan iblis olgusu sürekli insanlara kötülükleri yapmayı teklif sunmaktadır. Ama bunun karşısında takva olgusu veya meleği iblisin tekliflerine karşı insana, duyarlı olmayı teklif sunarak kötülükleri yapmamasını teklif sunmaktadır. İşte bu olay karşısında yetki ve sorumluluk sahibi insandır. Kur’an’da geçen bir kıssa ile bunu açıklamaya çalışalım.
Bu ayetlerde geçen kıssa, ergenlik yaşına gelmiş olan, Yusuf ile vezirin karısı arasında, yaşanan talihsiz bir olay anlatılmaktadır. Vezirin karısı iblisin teklifi yönünde hareket eden bir kadını temsil etmektedir. Yusuf da takvanın teklifleri yönünde hareket eden bir erkeği temsil etmektedir. Bunların her ikisine de emanet ve sorumluluk yüklenmiş olan kişilerdir. Konu içerisinde dikkat edilmesi gereken en önemli olay, şu bölümde özetlenmektedir.
İşte kadının teklifi ona çekici ve cazibeli geldiği halde, Allah helal olmayan davranışı yasak ettiği için, o yanlış davranışı yapmaması Yusuf’u hakka hakikate ve hayra ulaştıran en güzel bir davranıştır. Allah Yusuf’u kuyudan alıp Mısır halkının sultanı yapması onun güzel davranışları dolayısı iledir. Onun her söylediği yapmış olduğu söz ve güzel davranışlar halkın gönlünde taht kurmuştu. Bunlar güzel davranışların dünya hayatındaki karılığıdır. Allah ahiret hayatında güzel davranışların karşılığını daha büyük ödüllerle ödüllendirip onları ebedi cennetlerde ağırlayacaktır.
İnsana kötülük yapma formatı insana yüklenmiş olmasaydı, insanın kötülük yapması asla, mümkün olamazdı. Bunun yanında insana iyilik yapma formatı yüklenmemiş olsaydı insan iyilik de yapamazdı. İşte insana hem kötülük yapma potansiyeli, hem de iyilik yapma potansiyeli yüklenerek, iki tercihten birini kullanma seçeneği ile insan sınava tabi tutulmaktadır.
91/7. Nefse ve ona ‘bir düzen içinde biçim verene’,
91/8. Sonra ona fücurunu (sınır tanımaz günah ve kötülüğünü) ve ondan sakınmayı ilham edene (andolsun).
91/9. Onu arındırıp-temizleyen gerçekten felah bulmuştur.
91/10. Ve onu (isyanla, günahla) örtüp-saran da elbette yıkıma uğramıştır.
Ayetler kendisini kötülüklerden arındırıp koruya bilen insanlar Müslüman’dır. Kötülüklerden kendini arındırıp koruyamayan insanlar da Müslüman değildir. Açıklamakta olduğumuz ayette verilmek istenen temel mesaj şu olması gerekir. İnsan ilk karar verme aşamasında güzellikleri yapma ve kötülüklerden arınma yolunu tercih ederse, Yusuf’u kuyudan alıp devlet yöneten konuma getirdiği gibi dünya ve ahiret hayatında mutlu olacağı güzelliklere ulaştırmaktadır.
İnkâr eden ve zulmeden insanı da, inkâr etme ve yapmış olduğu zulüm karşılığında ebedi cehennemi kendi taşıdığı odunla yakan bir konuma götürür. Yani Allah hiç kimseyi ne cennete ne cehenneme hazır hale getirir. Allah dünya hayatında yetki ve sorumluluğu insana verir. İman ve güzel amel sermayesi ile kişi kendini vahiyler eşliğinde cennete hazırlar. Kişi inkâr ve zulüm sermayesi ile şeytan eşliğinde kendisini cehenneme hazırlar.
76/3. Biz ona yolu gösterdik; (artık o,) ya şükredici olur ya da nankör.
Yukarıda anlattıklarımı vermiş olduğum ayet en güzel bir şekilde özetlemektedir.
Ayette geçen gece kelimesi, güneşin batışı ile güneşin doğuşu arasında kalan karanlık bölge olarak tanımlanmaktadır. Geceyi elbise olarak nitelendirmesi gündüzleri çalışma ve yorgunluğun arkasından uyku ile dinlenmek olarak anlatılmıştır. Gündüzü de insanlar hem dünya hayatındaki hem ahiret hayatındaki rızıklarını temin etmek için yaratmıştır. Ayette geçen elbise kelimesi hem insanların dış elbiselerini hem iç elbiselerini hem de gündüz çalışıp çaba göstererek insanın yorgunluk hallerini atmaları için ayette gece kelimesine elbise anlamı yüklemiştir.
7/26-Ey Âdemoğulları, biz sizin çirkin yerlerinizi örtecek bir elbise ve size ‘süs kazandıracak bir giyim’ indirdik (var ettik). Takva ile kuşanıp-donanmak ise, bu daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.
Kur’an içerisinde yaklaşık olarak elbise kelimesi, on dört yerde geçmektedir. Dileyenler elbise kelimesinin farklı anlamlarda kullanıldığını o ayetlerde öğrenebilir.
Allah her şeyi sebep sonuç ilişkilerine göre yaratmıştır. Yağmurun yağmasına gökteki bulutları sebep kılmıştır. Kurumak üzere olan ağaçların yeşermesini, gökten inen suyu sebep kılmıştır. Canlıların ayakta kalmasını suyu toprağı sebep kılmıştır. Bulutların kurak olan bölgelere taşınmasını, rüzgârları sebep kılmıştır. Düşünen insanlar için bunlar tesadüfen olmamıştır.
Dünyanın yaklaşık olarak, dörtte üçü sularla kaplıdır. İnsanların da yaklaşık dörtte üçü sudan meydana gelmektedir. Onun için Allah canlıları sudan yarattık diye bir ifade kullanmaktadır.
18/37-Kendisiyle konuşmakta olan arkadaşı ona dedi ki: ‘Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, sonra da seni düzgün (eli ayağı tutan, gücü kuvveti yerinde) bir adam kılan (Allah)ı inkâr mı ettin?’
21/30-O inkâr edenler görmüyorlar mı ki, (başlangıçta) göklerle yer, birbiriyle bitişik iken, biz onları ayırdık ve her canlı şeyi sudan yarattık. Yine de onlar inanmayacaklar mı?
Vermiş olduğum ayet örnekleri, Su, bitkiler hayvanlar ve insanlar için ne kadar değerli ve önemli olduğuna dikkat çekmektedir.
Allah indirmiş olduğu Kur’an’da her örnekten bir örnek vermiş düşünen ve aklını kullanan insanlar için her şeyi anlasınlar diye çeşitli biçimlerde anlatıp açıklamaktadır.
25/51. Eğer dilemiş olsaydık, her kasabaya bir uyarıcı gönderirdik.
Allah insanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa yüzlerce, binlerce peygamberi peş peşe dizip göndermiştir. Kur’an’da yaklaşık olarak yirmi beş peygamberin ismi zikredilmektedir. Bunun sebebi gelen nebi ve resulleri, İnkâr edenler, yerinden yurdundan sürmüş veya öldürmüşlerdir. Kıssası anlatılan peygamberler ise insanlardan destek ve yardım gören resullerdir. İnsanların desteği ile ayakta kalan peygamberler toplumda ses getiren peygamberlerdir.
Kur’an kendi içerisinde tutarlı ve çelişkisizdir. Bu sebeple Allah Kur’an’da hiçbir peygamberi hiçbir peygamberden ayırt etmeyin derken, bir taraftan bazı peygamberleri bazı peygamberlere üstün kıldık ifadesi kullanmaktadır. İlgili ayetleri verdikten sonra onun ne anlama geldiğini inşallah açıklamaya çalışacağım.
Ayette bazı peygamberi bazı peygamberlere üstün kılınması, onlardaki yol farklılığı anlamında üstünlük değildir. Onlardaki üstünlük farkı gönderilmiş olan toplumların gelen peygamberlere destek verip vermemeleri ile yakından alakalıdır.
25/52. Öyleyse kâfirlere itaat etme ve onlara (Kur’an’la) büyük bir cihat ver.
Allah’ın gönderdiği nebi ve resullere karşı çıkan hep halkın kibirlenen gururlanan zengin ve önde gelenler olmuştur. Bunlar hep mazlum olanları köleleştirmiş mazlum olanların mallarını mülklerini ellerinden alarak onları zayıflatıp kendilerini savunacak bir güç bırakmamışlardır. Dünya hayatında bu konforlarının bozulmaması için, kendilerine itaat etmeyenleri ya öldürmüşler ya da yerinden yurdundan sürmüşlerdir.
Allah göndermiş olduğu nebi ve resullerle inkâr eden ve zulmeden kâfirlerin önünü kesmek, mazlum olan insanlara yapılan zulümleri ortadan kaldırmak istiyordu. İşte Allah vahiy gözetiminde inşa edilen bir toplumun lideri olan peygamberle Müslüman olanların güç ve iktidar sahibi olmasını istiyordu. Kur’an’a göre Müslüman olanlar iktidar sahibi olurlarsa şöyle bir tablo ortaya çıkacaktır. Allah Müslüman olanların iktidar sahibi olduğu dine İslam o dine teslim olanların adına da Müslüman kelimesi kullanmaktadır. Kur’an ilamın tanımını şöyle yapmaktadır.
İslam; Hiç kimsenin hiç kimseye zulüm yapamadığı, hiçbir insanın açlıktan dolayı ölmediği, hiçbir insanın çıplak kalmadığı, hiçbir mazlumun zalim tarafında zulme uğratılmadığı, hiçbir insan kendi din anlayışını başkalarının din anlayışı üzerinde zulüm ve işkence aracı olarak kullanmadan herkesin özgürce yaşayabileceği bir toplum inşa edilmesi demektir.
İslam, bir terör dini değil, terörü ortadan kaldıran anti terör dinidir. Mekke’de Müslüman olanların sayısının az, ama Medine’de kısa sürede farklı dinlerden toplu toplu dine katılı sayılarının yüz binleri aşması da bundan kaynaklanmaktadır.
Allah güçlü olmayı insanlara zulüm ve işkence yapmak için değil, yeryüzünde adaleti tesis etmek mazlum olanlara yapılan zulmün karşılığını zalimlerden almak ve onları korkutup susturmak için istemektedir.
Zikrettiğimiz ayet anlaşılması en zor olan ayetlerden birisidir. Ayet içerisinde üç ayet geçmektedir. Bunlardan birisi peygamberleri yalanlayan kavimlerin yalanlama sebebiyle, helak olma ayetidir. İkincisi Semud kavmine görünür olarak gösterilen dişi deve ayetidir. Üçüncüsü de güç ve kuvvet olma anlamına gelen otorite ayeti, bir başka ifadeyle devlet olma ayetidir.
Allah istiyor ki yeryüzünde kendi emirleri ile Müslüman olanların güç ve iktidar haline gelsinler ki, kendi dinini vahiyler çerçevesinde iman eden yaşayan bir topluluk oluşsun.
25/53. İki denizi (birbirine) salıp katan O’dur; bu, tatlı, susuzluğu giderici, bu da tuzlu ve acıdır. İkisinin arasında (birbirlerine karışmalarını önleyen) bir engel (berzah) ve aşılmayan bir sınır koymuştur.
Kur’an’da iki deniz kelimesi iki farklı anlamda kullanılmıştır. Birincisi su kütlelerinin toplandığı okyanuslara verilen isimdir. İkincisi de yaşanan dünya hayatında biri birinden din ve yaşam biçimi farklılığı olan iki toplumu iki deniz diye nitelendirmektedir. Hem de ahiret hayatına deniz anlamı verilmektedir.
Açıklamasını yapmış olduğumuz ayet, her ikisini de içerisinde barındırmaktadır. Kur’an içerisinde yaklaşık sekiz yerde iki deniz ifadesi geçmektedir. Şimdi bunlardan örnekler vererek olayın iç yüzünü açıklamaya çalışalım.
27/61-Ya da yeryüzünü bir karar yeri kılan, onun arasında ırmaklar var eden ve ona (yeryüzü için) sarsılmaz dağlar yaratan ve iki deniz arasında bir ara-engel (haciz) koyan mı? Allah ile beraber başka bir ilah mı? Hayır, onların çoğu bilmiyorlar.
Neml suresi altmış birinci ayette dünya hayatında iki farklı yol olduğu vurgulanmaktadır. Birincisi Allah’ın vahiylerle çerçevesini çizmiş olduğu muttaki olan insanların yoludur. Bir başka ifadeyle cennetliklerin yoludur. İkincisi de Allah’ın vahiylerle çerçevesi çizilen yolun dışında, inkâr eden ve zulmeden insanların yoludur. Bir başka ifadeyle cehennemliklerin yoludur.
55/19. Birbirleriyle kavuşmak üzere iki denizi salıverdi.
55/20. İkisi arasında bir engel (berzah) vardır; birbirlerinin sınırını geçmezler.
Kaptan Kusto’nun Kur’an’da geçen ayetle tuzlu sularla tatlı suların birbirinden ayrıldığı tatlı ve tuzludur. Kur’an’da bu ayeti farkı fark edince Müslüman olduğunu ilan ettiği, söylenmektedir.
Buradaki deniz Musa peygamberin Allah’tan almış olduğu vahiyleri firavun ve kavmine anlattığı zaman insanlardan iman eden ve salih amel işleyenlerin kurtuluş vadedilen Müslüman olanların yoludur. Diğeri ise inkâr eden ve zulmedenlerin yoludur. Firavun ve taraftarlarını denizde boğduk ifadesi ile inkâr eden ve zulmedenleri nedeni ile hayat denizi olan küfürde boğduk ifadesi ile cehennemi hak etme anlamında kullanılan denizdir.
Yani ayette bahsedilen iki hayattan birisi küfürle yaşanan hayattır. Diğeri ise Allah’ın nebilerle göndermiş olduğu vahiylerle yaşanan hayattır. Demek ki ayette geçen deniz kelimesinin bir anlamı vahiyle yaşanan hayattır. Diğeri ise küfürle yaşanan hayattır. İman eden ve salih amal işleyenlerle, inkâr eden ve zulmeden insanların saflarının netleşmesi anlamında kullanılan denizdir. .
Asıl önemli olan inkâr eden ve zulüm yapanlarla iman eden ve salih amel işleyenler arasında hayata bakış ve yaşam biçimi arasında bir engel var olmasıdır. Ayette vurgulanmak istenen konu da budur. İki deniz kelimesini Kur’an hem dünya hayatı hem de ahiret hayatı olarak da kullanmıştır.
18/60-Hani Musa genç yardımcısına demişti: ‘İki denizin birleştiği yere ulaşıncaya kadar gideceğim ya da uzun zamanlar geçireceğim.’
Ayette Musa ile genç yardımcısı tecrübesiz bir hayat yolculuğunun sona ermesi ve dünya hayatının bitişi ile ahiret hayatının başlangıcı anlamında olan ölümden bahsedilmektedir. Yani dünya hayatına da deniz, ahiret hayatına da deniz anlamı yüklenmiştir. Musa genç yardımcısı ile birlikte yola çıkması demek, Musa, olayların iç yüzünü kavramadan yaşayıp hayal ettiği bir hayatı sembolize etmektedir. Ve kendi kendisine şu soruyu sorarak cevap almak istemektedir. Peki, ölünceye kadar yaşadık ya öldükten sonra ne yiyip içeceğiz? Sorusunu sorarak cevap almak isteyince, Allah da ona katından bir kul gönderip dünya hayatını sorup sorgulayıp Allah’ın istediği şekilde yaşamanın kurallarını öğrenmektedir.
Musa ile genç yardımcısı iki denizin birleştiği yere kadar geldiler ifadesi, dünya hayatı ile ahiret hayatının kesiştiği ölüm anlamında kullanılmıştır. Allah dünya hayatını bir deniz ahiret hayatını da bir deniz olarak ifade etmektedir.
İnsanların yaratılış şekli süre gelen bir sünnet olarak erkeğin spermi ile kadının ana rahminde yumurta ile alaka kurarak belirli bir zaman dilimi içinde anne karnında yaşayarak yeryüzüne ilk defa merhaba diyerek gelmektedir.
23/12. Andolsun, biz insanı, süzme bir çamurdan yarattık.
23/13. Sonra onu bir su damlası olarak, savunması sağlam bir karar yerine yerleştirdik.
23/15. Sonra bunun ardından siz gerçekten ölecek olanlarsınız.
İnsan gibi mükemmel bir varlığı yaratmak ona her türlü donanımı vererek yeryüzünde belirli bir zaman dilimi içerisinde emanet ve sorumluluk yüklenerek denenmektedir. Emanet ve sorumluluk yüklenen insan denenip sonra eceli gelince ölecektir. Daha sonra tekrar diriltilip, dünya hayatında ne yapıp ne yapmadıklarını ahiret hayatında istisnasız akıl sahibi olan bütün insanlar, Allah’a hesap vereceklerdir. Aklını kullanan insanlar için bunlar birer ayettir.
İnsanlardan büyük çoğunluk, Allah’ı ilah ve rab edinmeyi bırakarak yaratılan varlıklara ibadet ve kulluk yapmaktadırlar. Bunlar Kur’an’ın ifadesi ile kâfir ve nankör olanlardır.
Bizi yaratan Allah, bize rızık veren Allah, bizi öldürüp diriltecek olan Allah’tır. O zaman Allah’tan başkasına mı ibadet ve kulluk yapalım.
25/56. Biz seni yalnızca bir müjdeci ve uyarıp-korkutucu olarak gönderdik.
Allah’ın göndermiş olduğu nebi ve resullerin, insanlar üzerinde zorlayıcı bir gücü yoktur. Onların görevleri sadece Allah’tan almış oldukları vahiyleri insanlara duyurmaktır. İman eden ve salih amel işleyen insanları cennetle müjdelemek, inkâr eden ve zulmeden insanları da, cehennem azabına karşı uyarıp korkutmaktır.
Allah insana öyle bir yetki öylesine bir sorumluluk yüklemiş öylesine bir donanım vermiş ki, dünya üzerinde bulunan bütün insanlar toplanıp bir araya gelseler, kişi kendisi istemediği takdirde, onu ne saptırmaya ne de hidayete getirmeye güçleri yeter.
Bütün peygamberler kendi kavimlerine geldikleri zaman istisnasız hepsi ben size getirdiğim vahiyleri size sunmaktan dolayı sizden ücret almıyorum diye söylemişlerdir. Ücret alıcı olanlar ancak din simsarı olanlardır.
6/90-İşte Allah’ın hidayet verdikleri bunlardır; öyleyse sen de onların bu hidayetlerine uy. De ki: ‘Ben bunun için sizden bir ücret istemiyorum. O (Kur’an), âlemlere bir ‘öğüt ve hatırlatmadan’ başkası değildir.’
Allah’ın dinini satanlar ve ücret alanlar hakkı batıl, batılı hak olarak gösterenlerdir. Bu tip insanlar Allah’ın göndermiş olduğu vahiy orijinli dini satarak gizleyerek menfaat karşılığı Allah adına din uyduranlardır. Allah’a teslim olan insanlar dünya hayatında rızıklarını temin ederlerken haram lokma yemeyen insanlardır. Bir Müslüman içki satarak içki servisi yaparak rızkını temin edemez.
Bir Müslüman memurluk hayatında Allah’ın haram kıldıklarını ücret alarak helal kılamaz. Bir Müslüman elbette yaşamını mesleğini okullarda anlatırken matematik felsefe kimya fizik biyoloji derslerini anlatırken nasıl ücret alıyorsa, bir din kültürü öğretmeni de elbette ücret alacaktır.
Ancak din kültürü öğretmenlerini ayıran özellik şu olmalıdır. Beşeri sistemler onu kendi menfaatleri için onları Allah’ın yap dediğini yapma, yapma dediğini yapmaları için emir verip onlar da Allah’a muhalefet konusunda ücret aldığından dolayı yapıyorsa işte o zaman maaş alırken dinini satarak maaş alıyor demektir
Ayette geçen şu ifade, “(zekat) işinde görevli olanlar”
Kur’an’ın üzerine basa basa durduğu konu şudur. Dünya hayatında iman eden ve salih amel işleyen insanlara, kelimeleri Allah’ın koyduğu yerden oynatmadan, Allah’ın temiz ve helal kıldığını helal, pis ve murdar ettiklerini de haram kılmaktır. Bir başka ifadeyle Allah’ın istediği şekilde yaşamını sürdürmeleridir. Allah yolunda olanlar, şu sözü söylemişlerdir.
28/77-‘Allah’ın sana verdiğiyle ahiret yurdunu ara, dünyadan da kendi payını (nasibini) unutma. Allah’ın sana ihsan ettiği gibi, sen de ihsanda bulun ve yeryüzünde bozgunculuk arama. Çünkü Allah bozgunculuk yapanları sevmez.’
Özet olarak, genelde Yahudi ve Hristiyan olanlar İslam toplumlarını haktan hakikatte uzaklaştırmak için, dinin önde gelenlerini, yüklü miktarlarda paraya boğarak onları satın alıp Allah’ın helal dediğin haram, haram dediğini de helal yaptırarak Müslüman olanları tevhit akidesinden uzaklaştırmayı başarmışlardır. İşte ücret alanlar böyle yaparlardır. Ama ücret alıcı olmayanlar da kesinlikle mallarını canlarını riske atanlar Allah’ın söylediklerine karşı asla muhalefet edecek, söz ve davranışta bulunmayanlardır.
Allah nebi ve resulünü sürekli inkâr eden ve zulmeden kâfirlere karşı psikolojik olarak destek vermektedir. “Sen, asla ölmeyen ve daima diri olan (Allah)a tevekkül et ve O’nu hamd ile tesbih et.”
Tevekkül etmek, dünya hayatında Allah’ın dışında olanları ilah ve rab olarak kabul etmeyerek sadece, Allah’ı ilah ve rab olarak kabul etme anlamına gelmektedir. Eğer Allah, herhangi bir konuda bir şey söylediği zaman, o mutlaka ama mutlaka doğru söylüyor demektir. O öl diyorsa öleceksin, ye diyorsa yiyeceksin, yeme diyorsa yemeyeceksin. Sonuç mutlaka ama mutlaka senin lehinedir.
İşte Allah’a tevekkül etmek budur. Müslüman olanların yaşam biçimini hayat tarzını gökleri ve yeri yaratan Allah belirler. O zaman diyebiliriz ki, tevekkülü Allah’tan başkasına yapanlar da var ki, onun için Allah’ın dışındakilere değil, Allah’a tevekkül et ifadesi kullanılmaktadır. Nitekim Allak suresi birinci ayette, şöyle bir ifade kullanmaktadır.
96/ 1. Yaratan Rabbinin adıyla oku.
Bu ifade hayatta, iki farklı okuma, iki farklı yaşam biçimi olduğunu göstermektedir. Müslüman olanların yaşam biçimini hayat tarzını Allah belirler. Müslüman olmayanların yaşam biçimini hayat tarzını tağutlar ve şeytanlar belirler.
25/59. O, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan ve sonra arşa istiva edendir. Rahmandır. Bunu (bundan) haberi olana sor.
Ayette geçen “O, gökleri ve yeri ve ikisinin arasındakileri altı günde yaratan ve sonra arşa istiva edendir. Rahmandır.” İfadesi bildiğimiz yirmi dört saat süren, gün anlamında değildir. Altı aşamada altı evrede yaratılması anlamı taşımaktadır. Tevrat’ta ve İncil’de Yahudi ve Hristiyanlar Allah Altı günde kâinatı yarattı yedinci günü dinlendi anlamı çıkarmışlardır. Oysa Kur’an’ın anlattıklarına göre Allah yorulmaz. Allah’ın dinlenmeye ihtiyacı yoktur. Her şey onun ol demesine bağlıdır.
2/117- Gökleri ve yeri (bir örnek edinmeksizin) yaratandır. O, bir işin olmasına karar verirse, ona yalnızca ‘OL’ der, o da hemen oluverir.
40/68- Dirilten ve öldüren O’dur. Bir işin olmasına hükmetti mi, ona yalnızca: ‘Ol’ der, o da hemen oluverir.
Bu ayetler bize gösteriyor ki, Allah zamanı yaratandır zamana da mahkûm değildir.
57/3- O, Evveldir, Ahirdir, Zahirdir, Batındır. O, her şeyi bilendir.
Öyleyse, evrende yaratılmış olan görülen ve görülmeyen bütün varlıklar yokken Allah vardı. Evrende yaratılmış olan bütün varlıklar işlevini bitirip yok olunca, Allah yine var olmaya devam edecektir. Ayetten anlam bu çıkması gerekmektedir.
Gökleri ve yeri altı günde yarattı ve arşa istiva etti. Ayetinden şu anlamı çıkarmamız gerekir. Allah bu kâinatı altı aşamada yarattı ve yaratmış olduğu bütün varlıklar onun gözetimi altındadır. Ağaçtan düşen kuru ve yaş yaprak onun izni olmaksızın düşmez. İki kişi üç kişi kendi aralarında fısıldaşırken mutlaka üçüncüsü dördüncüsü Allah’tır. Mutlaka ama mutlaka Allah, onlardan haberdardır. Mesajı verilmektedir.
Şu Ayetler söylediklerimizin bir kanıtıdır.
6/50- Gaybın anahtarları O’nun katındadır, O’ndan başka hiç kimse gaybı bilmez. Karada ve denizde olanların tümünü O bilir, O, bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez; yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru dışta olmamak üzere hepsi (ve her şey) apaçık bir kitapta (yazılı)dır.
İman edenlerle, inkâr edenler arasındaki temel fark, İnkâr edenler Allah insanlar içerisinden seçip göndermiş olduğu nebi ve resulleri inkâr etmeleri ve yalanlamalarıdır. Bir başka ifadeyle peygamberler aracılığı ile gelen vahiyleri inkâr etmeleridir. Bu sebeple cibrili inkâr etmektedirler. Yani Allah’ın nebi ve resullerin kalbine vahyi bilgileri aktarma olayını kabul etmemektedirler.
Cibrili inkâr etmek demek, Allah ile irtibatı kesmek demektir. Allah, insanlara nebiler aracılığı ile gönderdiği vahiyleri kabul etmemek de cibrili düşman olmak demektir. Bu anlayış onları dünya hayatında okyanusta giden gemilerin pusulasını kaybettiğinde yolunu yöntemi kaybetmiş olmaktadır. Pusulası olmayan bir kaptanın durumunu siz düşünün.
Rahmana secde etmek demek dünya hayatında namazını ibadetlerini Allah’ın istediği şekilde ibadet ve kulluğu yerine getirmek demektir. Bunu da, ancak Müslüman olanlar yapar.
Dünya hayatında Allah’ın istediği şekilde yaşayan ve Müslüman olanlardan, Allah razı olmuştur. Onun dışında yaşayan, inkâr eden ve zulmedenlerden Allah asla, razı olmayacağını belirtmektedir.
Bu ayetler bize, Allah’ın kimden razı olup, kimden razı olmayacağını net bir şekilde ortaya koymaktadır. Ayrıca secde kelimesinn, ne demek olduğunu da izah etmektedir.
25/61. Gökte burçlar kılan, onların içinde bir aydınlık ve nurlu bir ay var eden (Allah) ne yücedir.
Kur’an içinde yaklaşık olarak dört yerde burçlarla ilgili kelime, geçmektedir. Ne anlama geldiği konusunda ayetlerden örnekler vererek açıklamaya çalışalım.
7/46-İki taraf arasında bir engel ve burçlar (Araf) üstünde hepsini yüzlerinden tanıyan adamlar vardır. Cennete gireceklere: ‘Selam size’ derler ki bunlar, henüz girmeyen fakat (girmeyi) ‘şiddetle arzu edip umanlardır.’
Allah gökleri ve yeri yaratmış yeryüzünde en mükemmel varlık olan insanı da yaratarak, göklerde ve yerde olanların tümünü insanların emrine amade kılmıştır. Ayrıca insana halife ünvanı vererek kendi yerine vekâlet verdiği insana, emanet ve sorumluluk yükleyerek belirli bir zaman dilimi içerisinde, sınava tabi tutmuştur.
Ayeti şöyle anlamak gerekir. Evrende temel olarak iki varlık vardır. Birisin emanet ve sorumluluk yüklemiş olan varlıklardır. Kur’an bu varlıklara insan halife demektedir. Birisi de emanet ve sorumluluk yüklemeyen varlıklardır. Kur’an bunlara da, genel bir başlık altında melek ismini vermektedir.
Yaratılan İki farklı varlık içerisinde insanlar genelde kendilerine Allah’ın yüklemiş olduğu emanete ihanet ettikleri için, insanlara zalim cahil ifadesi kullanmaktadır. Bu ifadeler de Kur’an anlayışında köşe taşlarını oluşturmaktadır.
Oysa insanlar içerisinde hepsi zalim hepsi cahil hepsi inkâr eden insanlar değildir. Elbette insanlar içinde Müslüman muttaki insanlar da bulunmaktadır. Fakat büyük çoğunluk Müslüman olmayan insanı teşkil ettiği için, Allah böyle bir ifade kullanmaktadır.
O zaman ayette burçlar kelimesi ne anlam ifade etmektedir? Onu anlamaya çalışalım.
Allah dünya göğünü iman eden insanlar için dayamış döşemiştir. Dünya göğünü inkâr edenler için dayamış döşemiştir.
67/5- Andolsun, Biz en yakın göğü (dünya göğünü) kandillerle süsleyip-donattık ve bunları, şeytanlar için taşlama-birimleri (rücum) kıldık. Onlar için çılgınca yanan ateşin azabını hazırladık.
Şeytan olanların yolu Kur’an’ın yasak ağaç diye isimlendirdiği Allah’ın, haram ettiği bütün yiyecek içecek ve yaptığı davranışlardır. Rabbani yolun dışında olan bütün insanların yapmış oldukları kötülüklerin ağacı ve meyvesinin tohumu iblistir. Bir başka ifadeyle fısk fücur ve yasak ağaçtır.
Yasak ağaç iblisin tohumundan filizlenen ağacın ta kendisidir. O ağacın meyvesinden yiyen ve nemalanan insanlar, inkâr etme, fuhuş yapma, adam öldürme, mazlum olan insanlara zulüm yapma hastalığına yakalananlardır. O hastalıktan kurtulmanın tek çaresi tövbe edip insan kendisini değiştirip ıslah etmesidir.
İnsanlara temiz ve helal kılınan bir ağaç daha vardır ki, o da takva ağacıdır. Takva ağacının meyveleri ise Allah’ın helal kıldığı yemesi içmesi ve yaptığı davranışların Allah katında kabul gördüğü meyvelerdir. Bir başka ifadeyle bu ağacın meyveleri, Allah’tan başka ilah edinmemek, Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu kitapları kabul etmek, meleklere iman etmek, ahiret hayatında tekrar diriltilip hesaba çekileceğine inanmaktır.
Dolayısı Müslüman olanların nerde nasıl davranacaklarını, neyin helal neyin haram olduğunu belirleyen Allah’tır. Demek ki, burçlar insanlardan iman eden ve salih amel işleyenlerle, inkâr eden ve zulüm yapanların, yol çizgilerini belirleyen harita imiş.
Allah gökleri ve yeri öyle düzenli bir biçimde yaratmış ki, dünya hem kendi miğferi etrafında hem de güneşin etrafında dönmektedir. Kendi miğferi etrafında dönmekle gece ve gündüz meydana gelmektedir. Güneşin etrafında dönmekle mevsimler meydana gelmektedir.
Geceyi insanların dinlenmesi gündüzü de çalışıp çabalayıp rızıklarını temin etmeleri için yaratmıştır.
10/67- O, dinlenmeniz için geceyi, gündüzü de aydınlatıcı (mubsir) olarak sizin için yaratmıştır. Şüphesiz işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır.
16/12- Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O’nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.
25/63. O Rahman (olan Allah)ın kulları, yeryüzü üzerinde alçak gönüllü olarak yürürler ve cahiller kendileriyle muhatap oldukları zaman ‘Selam’ derler.
Ayet Müslüman olan insanların, tutum ve davranışlarını ortaya koymaktadır. Onlar gökleri ve yeri yaratan Allah’a kulluk ve ibadet etmekten çekimser kalmaz. Yeryüzünde böbürlenip gururlanmazlar. İnkâr eden insanlara ise selam derler geçerler. Müslüman olanlar, kâfir olanlara asla inkâr ettiklerinden dolayı savaş açmazlar. Ancak inkâr edenler kendi din anlayışlarını mazlum olanlar üzerine zulüm ve işkence aracı olarak kullanmaya kalkarsa, o zaman gücü yeterse onların yaptıkları bu züllüme de seyirci kalmazlar.
Ayet inkâr eden müşrik ve kâfir olanların, kendi din anlayışlarını kendisine vererek, kimseye kendi din anlayışını zulüm ve işkence aracı olarak kullanmasını Müslüman olanlar eliyle Allah engellemek istediğini bildirmektedir.
25/64. Onlar, Rablerine secde ederek ve kıyama durarak gecelerler.
Ayet, iman eden ve salih amel işleyenlerin, tutum ve davranışlarını ortaya koymaktadır. Secdeyi Kur’an Allah’ın emirlerine amade anlamında kullandığı gibi, aynı zamanda namazın ritüel hale dönüşmesi anlamını da kapsamaktadır.
Kıyam kelimesi de hem zulmedenlere karşı ölümü riske alarak yaptıkları zulme taraftar olmamak anlamında kullandığı gibi hem de namazın ritüellerinden olan ayakta durmayı da kıyam olarak tanımlamaktadır.
39/9- Yoksa o, gece saatinde kalkıp da secde ederek ve kıyama durarak gönülden itaat (ibadet) eden, ahiretten sakınan ve Rabbinin rahmetini umut eden (gibi) midir? De ki: ‘Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz, temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler.’
18/14- Onların kalpleri üzerinde (sabrı ve kararlılığı) raptetmiştik; (Krala karşı) Kıyam ettiklerinde demişlerdi ki: ‘Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabi’dir; ilah olarak biz O’ndan başkasına kesinlikle tapmayız, (eğer tersini) söyleyecek olursak, andolsun, gerçeğin dışına çıkarız.’
Ayette geçen kıyam Allah’ın emirlerine kaşı mazlum olanları yerinden yurdundan sürgün edilenlere karşı dik duruşu bozmadan hakkı söylemek isteyen ve yaşamak isteyenlerin duruşudur. Bir başka ifadeyle ölümü riske alarak, Allah’ın emirlerini baş tacı yaparak Allah’tan başkasına boyun eğmeden doğru yolda devam etmektir.
Allah böyle bir kıyam ediş ve duruş şeklini övmekte ve her Müslüman için bunlar güzel bir örnektir. Mesajı verilmektedir.
25/65. ‘Rabbimiz, cehennem azabını bizden geri çevir; gerçekten, onun azabı ödenmesi kaçınılmaz bir borç (veya sürekli bir acıdır) derler.
Cehennemden korkanlar ancak iman eden ve salih amel işleyen insanlardır. Onlar hep korku ile ümit arasında bir yol takip ederek, hayatlarını sürdürürler. Kur’an içerisinde yaklaşık olarak doksan dokuz yerde cehennem kelimesi geçmektedir. Bunlardan önemli olanlardan bazı örnekler vererek, aktarmaya çalışalım.
11/119-Rabbinin rahmet ettikleri dışında. Onları bunun için yarattı. Böylece Rabbinin (şu) sözü tamamlanıp gerçekleşmiştir: ‘Andolsun, cehennemi cinlerden ve insanlardan, (kâfirlerin) tümüyle dolduracağım.’
9/68-Allah, erkek münafıklara da, kadın münafıklara da ve (bütün) kâfirlere, içinde ebedi kalmak üzere cehennem ateşini vadetti. Bu, onlara yeter. Allah onları lanetlemiştir ve onlar için sürekli bir azab vardır.
13/18-Rablerine icabet edenlere daha güzeli vardır. O’na icabet etmeyenler, yeryüzündekilerin tümü ve bununla birlikte bir katı daha onların olsa mutlaka (kurtulmak için) bunu fidye olarak verirlerdi. Sorgulamanın en kötüsü onlar içindir. Onların barınma yeri cehennemdir, ne kötü bir yaratıktır o!..
Ahiret hayatı insanlara göre gayb bir haberdir. Allah’ı tanımayan ahiret hayatına inanmayan insanları, İnsanlar öldükten sonra dirilip orada inkâr eden ve zulmedenler ebedi cehenneme atılacağı, iman eden ve salih amel işleyenleri ebedi cennete atılacak diyen bir nebi ve resule inanırlar mı? Onlar için bu sözler hikâye masaldan ibarettir. Ama iman edenler Allah’ın gönderdiği nebi ve resullerin söylediklerini kabul ederler. Dünya hayatında O ebedi azabı tatmamak için mallarını canlarını feda ederler. Kur’an Müslüman olanların fotoğrafını şöyle tanımlayıp, ortaya koymaktadır.
2/2. Bu, kendisinde şüphe olmayan, muttakiler için yol gösterici bir kitaptır.
2/3. Onlar, gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiklerimizden infak ederler.
2/4. Ve onlar, sana indirilene, senden önce indirilenlere iman ederler ve ahirete de kesin bir bilgiyle inanırlar.
2/5. İşte bunlar, Rablerinden olan bir hidayet üzeredirler ve kurtuluşa erenler bunlardır.
Kur’an’ın büyük haber diye bahsettiği olay, peygamberlerin ahiret hayatı ile ilgili getirmiş olduğu gayb haberidir. Allah’ın göndermiş olduğu peygamberlere inanmayan insan, ahiret hayatının varlığına iman ettim dese de yalandır.
38/67-De ki: ‘Bu (Kur’an), büyük bir haberdir.’
78/1. Birbirlerine hangi şeyi sorup duruyorlar?
78/2. O büyük haberi mi?
78/3. Ki kendileri hakkında anlaşmazlık içindedirler.
78/4. Hayır; pek yakında bileceklerdir.
25/66. ‘Şüphesiz o, ne kötü bir karargâh ve ne kötü bir konaklama yeridir.’
Evet, cehennem inkâr eden ve zulmedenler için kötü bir karar yeridir. Allah uyarmakta ve kim o azaba dayanabilecekse dayana bileceği kadar kötülük yapsın mesajı vermektedir.
Ayet iman eden ve salih amel işleyen Müslüman olanların yerini ve konumunu tarif etmektedir. Kur’an vasat bir yol vasat bir ümmet orta namaz ifadeleri ile Müslüman olanların yaşam biçimi ve hayat tarzını ortaya koymaktadır.
Allah iman eden insanlar için, böyle bir hal ve böyle bir davranış şekli ortaya koymaktadır.
2/238-Namazları ve orta namazını (üstlerine düşerek, titizlik göstererek) koruyun ve Allah’a gönülden boyun eğiciler olarak (namaza) durun.
17/110-De ki: ‘Allah, diye çağırın, ‘Rahman’ diye çağırın, ne ile çağırırsanız; sonunda en güzel isimler O’nundur.’ Namazında sesini çok yükseltme, çok da kısma, bu ikisi arasında (orta) bir yol benimse.
Kur’an’da ilah ve rab kavramı genelde karar verme hüküm koyma söz söyleme eğitim terbiye ediş, anlamda kullanılmıştır. Allah’tan başkalarını ilah ve rab kabul etmek demek Allah’ın söylediklerini beğenmeyip Allah’ın dışında olanların ortaya koydukları izimler ve ideolojileri kendilerine yaşam biçimi hayat tarzı olarak kabul etmek demektir. Bir başka ifadeyle Kur’an’a paralel bir din uydurmaktır. Firavun ’un söylediği de buydu.
26/19-Firavun) dedi ki: ‘Andolsun, benim dışımda bir ilah edinecek olursan, seni mutlaka hapse atacağım.’
43/54-Firavun, kendi kavmi içinde bağırdı; dedi ki: ‘Ey kavmim, Mısır’ın mülkü ve şu altımda akmakta olan nehirler benim değil mi? Yine de görmeyecek misiniz?’
Demek ki, Allah’tan başka kendisini ilah ilan edenler de varmış. Firavunun söylediği şuydu Kim benim söylediğim dışında söz söyleyen kişi varsa onu öldürür veya yerinden yurdundan sürerim diyordu. Oysa İlah ve rab olan ne ölür ne aciz kalır ne de azap çeker. O ilah olan Allah gökleri ve yaratan ölmeyen kimseden rızık istemeyen, evvel ahir zahir batın olan Allah’tır.
Gökleri ve yeri yaratan Allah Kendisinin ölmeyeceğini zanneden firavuna şöyle diyor.
10/90. Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik; Firavun ve askerleri azgınlıkla ve düşmanlıkla peşlerine düştü. Sular onu boğacak düzeye erişince (Firavun): ‘İsrailoğullarının kendisine inandığı (ilahtan) başka ilah olmadığına inandım ve ben de Müslümanlardanım’ dedi.
Ayette ifade edilen ibretlik söze dikkatinizi çekmek istiyorum.
Ölüm anında herkes ahiret hayatında cennete mi yoksa cehennemi gideceği yeri görmektedir. Firavun da iman etmediği cehennemi görünce o da ben de Müslüman oldum dedi. Ama Allah şirk koşan ve ölüm anındaki tövbeyi asla kabul etmeyeceği bildirilmektedir. Bu ayette ifade edileni tasdik eden bir ayet daha bulunmaktadır.
Kitap ehli İsa peygamberi inkâr ettiklerinden dolayı çarmıha gerip öldürdüler. Ama ölüm anında gidecekleri cehennem hayatı onlara gösterilince istisna yapmadan hepsi iman ettiler.
Bu ayetler de gösteriyor ki, kalbi mühürlenmiş, gözleri kör, kulakları sağır olanların ölüm anıda ve öldükten sonra kendilerinin inkâr ettikleri ahiret âlemindeki azabı görünce iman etmekten başka hiçbir çare bulamadıkları anlatılmaktadır. Ne yazık ki o andaki iman da onlara bir yarar sağlamadı.
10/91. Şimdi, öyle mi? Oysa sen önceleri isyan etmiştin ve bozgunculuk çıkaranlardandın.
10/92. Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, bizim ayetlerimizden habersizdirler.
Yanlış anlaşılan ayetlerden birisi de budur. Ayette anlatılmak istenen şu ifade, “Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz).”
Denizden çıkan her cesedi bu firavunun cesedidir diye müzelerine almışlar koymuşlar. Oysa Kur’an burada ceset diye bahsettiği dünya hayatında yedi harika yapıtlardan biri olan mısır piramitlerinden söz etmektedir.
Allah’tan başka ilah edinenler, ne yazık ki hem taptıkları ilahlar, hem de Allah’ın dışındakilere tapan insanlar, gökleri ve yeri yaratan Allah’a tek tek hesap vermekten ve ebedi azaba uğramaktan kendilerini kurtaramadılar ve kurtaramayacaklardır.
49/52-İşte sizin ümmetiniz bir tek ümmettir ve Ben de sizin Rabbinizim; öyleyse benden korkup-sakının.
Öyleyse aklı olan ve aklını kullanan insanlar, Allah’tan başka hiçbir varlığı ilah ve rab kabul etmezler. Sadece ona kul olmayı kendisine ilke edinir, ona ibadet ve kulluk yaparlar.
Ayette ifade edilen, “haksız yere adam öldürmez ve zina etmez” olarak tanımlanan büyük günahları Müslüman olanlar işlemezler. Büyük günah işleyen insanlar, kötülükleri kendilerine alışkanlık haline getiren insanlardır. Bağımlılık onları öyle sarar ki, yanlışlıklarını fark ettikleri halde bile kendilerini o yanlışlıklardan kurtaramazlar.
25/69. Kıyamet günü, azab ona kat kat arttırılır ve içinde aşağılanmış olarak temelli kalır.
Ayet dünya hayatında inkâr eden ve zulmeden insanların, ahiret hayatında ebedi olarak cehennemde kalacakları ve azabın onlardan hiçbir zaman hafifletilmeyeceği vurgulanmaktadır.
Allah bütün insanları ergenlik yaşına gelince başlayan dönem ile bunaklık ve ölüm dönemine gelinceye kadar geçen süreç içerisinde imtihana tabi tutmaktadır. Dünya hayatında bu süreç içerisinde cehalet nedeniyle yapmış olduğu kötülüklere tövbe eder kendisini değiştirir ve düzeltirse Allah onu bağışlayacağını vaat etmektedir.
Tövbeyi bu ayetler ne güzel açıklamaktadır. Ama Allah bağışlamayı iki kereyle sınırlamaktadır.
Allah’ın tövbe etmeyi ve bağışlamayı iki kereye indirgemesinin sebebi, İki kereden fazla inkâr eden ve dönüp tekrar iman eden kişi yalama yapmış bir cıvata hükmündedir. Yalama yapmış cıvata nasıl, işlev görmüyorsa iki kere iman edip sonra inkâr eden ve inkârını arttıran kişilerin kendilerini bağışlama imkânı olmadığı için Allah bağışlamam ifadesi kullanmaktadır.
Kişi ölmeden önce iman edip imanını salih amele dönüştürebilecek zamanı varsa insan ne kadar günah işlerse işlesin bağışlayacağını vaad etmektedir. Ama onlar cibrili inkâr ederek kendilerine uyarıcı olarak gelen peygamberlere düşman olurlarsa Allah da onları ilahi mesajdan nasibini kesmekle düşmanlığını göstermektedir
Yukarıda tövbenin ne olduğu konusunda Kur’an içerisinde geçen ilgili ayetlerden örnekler vererek açıklamaya çalışmıştık. Yani Kişi kendisine ölüm gelmeden iman edip imanını salih amelle bütünleştirirse işte o kurtulmuştur. Klasik din anlayışında anlatıldığı gibi kişi son nefesinde kelimeyi şehadet getirdi mi? O kişi ne kadar günah işlerse işlesin o cehennemde günahları miktarınca yanacak daha sonra cennete gidecek anlayışı Kur’an’la uyum sağlamadığı görülmektedir.
Kur’an’a göre ne imansız güzel bir amal, ne de güzel amelsiz bir iman Allah katında asla geçerli değildir. İnkâr eden hayatı boyunca kazanmış olduğu bütün malları infak etse bile o infakları Allah tarafından hüsnü kabul görmeyecek, infak ettikleri o mallar, onu cehenneme girmekten alı koyamayacaktır.
Ayet inkâr edenlerin yapmış olduğu infakların kabul edilmeyeceğini böyle örnek vererek açıklamaktadır.
Kur’an içerisinde en çok yanlış anlaşılan ayetlerden birisi de budur. Kur’an kendi içerisinde çelişkisi olmayan ayetler arasında muazzam bir uyumluluk arzeden, Allah tarafından indirilmiş bir kitaptır. Başka bir ayette Kur’an bu olayı şöyle açıklamaktadır.
Bakara suresi altmış ikinci ayet süpekilosyana açık bir ayet olduğu için benzer bir ayeti de naklederek olayı Kur’an’a uygun bir şekilde açıklamaya çalışalım.
Allah Kur’an’da kurtuluşta olanların sadece iman edip imanını salih amele dönüştüren ve ben Müslümanım diyenler olduğunu üzerine basa basa durmaktadır. Ayet, Yahudiler Yahudi olduğu halde, Hristiyanlar Hristiyan olduğu halde sabiiler sabii olduğu halde kurtuluşta olma anlamında değildir. Onlar bu hal ve tutumlarından vaz geçerek, Allah’ın gönderdiği kitaplara peygamberlere ahiret hayatına iman eder ve salih ameller işlerlerse, kurtulacakları vaad edilmektedir.
Allah şirk koşan ve kâfir olarak ölenleri asla bağışlamayacağını vaad etmektedir. Ayetlerde geçen iman edenler ifadesi Allah’tan gelen hiçbir kitabı kabul etmeyen babaları uyarılmamış Allah’ı ve ahiret hayatını tanımayan ümmi olanlar için kullanılmış bir ifadedir. Ümmi olanlar aynı zamanda müşriktir aynı zamanda kâfirdir, aynı zamanda bilmeyen cahil kimseler olarak Kur’an’da zikredilmiştir.
Yahudiler de Musa Peygamberin dininden olduğunu iddia ettikleri halde Musa’nın dininden ayrılanlar, Hristiyan olanlar İsa peygamberin dininden olduğunu iddia ettikleri halde İsa’nın dininden ayrılanlar, Sabiler de vahiy dışında yol alan güneşe aya yıldızlara tapan insanlar anlamında Kur’an kullanmıştır.
Yani bakara altmış iki ve maide altmış dokuzuncu ayette verilmek istenen temel mesaj şudur. Daha önce ister Yahudi olsun ister Hristiyan olsun ister ümmi kâfir olsun isterse Allah’ın göndermiş olduğu dinin dışında yer alsın, olanlar dâhil, ben Müslümanım diyen ve imanını salih amellerle buluşturanlar için Allah, kurtuluş vaad etmektedir.
Kur’an doğru yolu bulmak ve iman edenleri arındırıp temizlemek için indirilmiş bir kitaptır. İman eden ve salih amel işleyenlerin yaşam biçimlerini hayat tarzlarını Allah belirler.
İnsanlık tarihinin başlangıcından bu tarafa Allah’ın peygamberler aracılığı ile göndermiş olduğu dinin adı İslam, teslim olanların adı da Müslümandır. Allah katında kabul görülecek olan dinin adı budur.
Her peygamber kedisinden sonra gelecek olan nesillere Allah’ın gönderdiği din anlayışını miras bırakmak için Allah’a dua etmişlerdir. Bununla beraber iman eden salih amel işleyenler de aynı anlayışı kendilerine ilke edinmişlerdir.
Allah insanlar için iki hayat yaratmıştır. Dünya ve ahiret hayatıdır. Dünya hayatında ekinini eker, mahsulünü ahiret hayatında alırsın. Bazıları dünya hayatında ektikleri ekinler, inkâr zulüm taciz hırsızlık soygun adam öldürme ekini ve nesli yok ederek hayatlarını sürdürürler. Bu tip insanların ahiret hayatında kaldıracakları mahsul yaptıklarına karşılık olmak üzere, ebedi cehennemdir.
Ama dünya hayatında kendisini yaratan Allah’a iman eder ve onun göndermiş olduğu nebi ve resullerin getirmiş olduğu yasalara göre hayat tarzlarını düzenlerse Allah onlardan razı olmuştur. Onlar dünya hayatında zulüm yapanlara engel olur, sarp yokuşa göğüs gerer, yoksulu doyurur, çıplak olanları giydirir, mazlum olanları korur gözetirse, ahiret hayatında kaldıracakları mahsul cennettir.
17/76-Allah şu örneği verdi: İki kişi; bunlardan birisi dilsiz, hiç bir şeye gücü yetmez ve her şeyiyle efendisinin üstünde (bir yük), o, onu hangi yöne gönderse bir hayır getirmez; şimdi bu, adaletle emreden ve dosdoğru yol üzerinde bulunanla eşit olabilir mi?
Ayetlerin verdiği mesaj kendilerine emanet ve sorumluluk yüklenen insanlardan, sorumluluklarını itina ile yerine getiren insanlarla, sorumluluklarını yerine getirmeyen kendilerine verilen göreve ihanet eden insanları, Allah ahiret hayatında bir tutmayacaktır.
25/76. Orda ebedi olarak kalıcıdırlar; o, ne güzel bir karargâh ve ne güzel bir konaklama yeridir.
Bizim duamız da, Allah’ım biz senin gönderdiğin peygamberleri kitapları ahiret hayatını melekleri kabul ettik. Senden başka yaratılmış olan hiçbir varlığı ilah ve rab olarak kabul etmedik. Bizim Müslüman olmamızı bize nasip ettin. Bizim Müslüman olarak yaşamamızı ve Müslüman olarak ölmemizi de nasip et.
Doğrularım gökleri ve yeri yaratan Allah’a, yanlışlarım ise bana aittir.
İslam toplumlarında yanlış anlaşılan ayetlerden birisi de bu ayettir. Ayet yaratılmış olan varlıklar içerisinde en değerli varlık insandır. Allah, gökleri ve yeri sadece insanlar için yarattığını söylemektedir.
Dua konusu üzerinde uzun uzadıya, durmak istiyorum.
****************************************************************************************************************KUR’AN’DA DUA VE BEDDUA KAVRAMI;
Rahman ve Rahim Olan Allah’ın Adıyla;
Furkan suresi yetmiş yedinci ayeti tekrar aktararak üzerinde uzun uzadıya düşünüp tefekkür ederek ne anlama geldiği konusu üzerinde detaylı bir şekilde araştırıp, üzerinde durmaya çalışalım.
İslam toplumlarında en çok yanlış anlaşılan ayetlerden birisi de bu ayettir. Ayet yaratılmış olan varlıklar içerisinde en değerli varlık insandır. Allah, gökleri ve yeri sadece insanlar için yarattığını söylemektedir.
Kur’an içerisinde yaklaşık olarak elli sekiz yerde dua kelimesi geçmektedir. Beddua kelimesi geçmediği halde toplum dilinde insanlar kıskançlık ve fesat ettikleri kişilerin kötü hale düşmeleri için, yapılan dualara da beddua denilmektedir. Allah evrende yaratmış olduğu bütün varlıkları, çifter yarattığı gibi, göndermiş olduğu vahyi bilgiler de ikişerli anlamlarda kullanmıştır. Şimdi söylediğimiz her sözü de vahiylerin onaylanıp onaylanmadığına bakalım.
51/49. Ve Biz, her şeyi iki çift yarattık. Umulur ki, öğüt alıp-düşünürsünüz
Eğer biz bu Kur’an’a inanıyorsak Kur’an’ın kendi sistemi içerisinde bir çelişki olmadığını, her ayet bazen biri birlerine zıt gibi görülse de kendi sitemi içerisinde uyumlu halde olduğunu mutlaka anlamamız ve bilmemiz gerekmektedir. Onun için Kur’an’ın ne dediğini değil ne demek istediğini anlamak ve yakalamak lazımdır, diyoruz.
4/82. Onlar hâlâ Kur’an’ı iyice düşünmüyorlar mı? Eğer o, Allah’tan başkasının katından olsaydı, kuşkusuz içinde birçok aykırılıklar (çelişkiler, ihtilaflar) bulacaklardı.
Zaten Kur’an yaşanan hayatın ve yaratılan evrenin nasıl bir kural içerisinde işlemesi gerektiğini doğru bir şekilde anlatan Allah’ın bir projesidir. Yani arabayı icat eden bir mucidin arabayı kullanma kılavuzunu da bilgi veren bir rehber gibidir. Yaratılmış olan evrenin çelişkisizlik ilkesini de Allah şöyle anlatmaktadır.
67/3. O, biri diğeriyle ‘tam bir uyum’ (mutabakat) içinde yedi gök yaratmış olandır. Rahman (olan Allah)ın yaratmasında hiç bir ‘çelişki ve uygunsuzluk’ (tefavüt) göremezsin. İşte gözü(nü) çevirip-gezdir; herhangi bir çatlaklık (bozukluk ve çarpıklık) görüyor musun?
67/4. Sonra gözünü iki kere daha çevirip-gezdir; o göz (uyumsuzluk bulmaktan) umudunu kesmiş bir halde bitkin olarak sana dönecektir.
O zaman biz bir ayeti doğru anlamak istiyorsak hem o ayeti Kur’an’ın kendi bütünlüğü içerisinde olan ayetlerle tezat teşkil etmemesine, hem de yaratılmış olan evren yasalarıyla tezat teşkil etmemesine dikkat etmememiz gerekmektedir. Allah da şu ayetle doğru olan bir din anlayışının nasıl oluşacağı konusunda son noktayı koymaktadır.
30/30. Öyleyse sen yüzünü Allah’ı birleyen (bir hanif) olarak dine, Allah’ın o fıtratına çevir; ki insanları bunun üzerine yaratmıştır. Allah’ın yaratışı için hiç bir değiştirme yoktur. İşte dimdik ayakta duran din (budur). Ancak insanların çoğu bilmezler.
O zaman doğru olan dinin temeli, şu üçayak üzerinde durduğunu anlamak gerekir. Birincisi, evren ve sosyal yasalarla çelişmemelidir. İkincisi, Kur’an yasaları ile çelişmelidir. Üçüncüsü de, hem Kur’an hem evren yasaları ve sosyal hayatla da çelişmemelidir. Eğer her anladığımız ve yaşadığımız hayat doğru ise, Yaşadığımız hayat ve evren ve vahiy yasaları ile uyum hâlinde olduğu görülecektir. Bir başka ifadeyle doğru olan din ve doğru olan yaşam, Kur’an’la Kur’an’ın kâinatla kâinatın ve Kur’an’la kâinatın çatışmadığı dindir. İşte Allah insanların sapmamaları için, kendi içerisinde tutarlı bir din göndermiştir.
Şimdi konumuzla ilgili dua ve beddua kelimelerini nasıl anlamamız gerektiği konusunu, Kur’an dışına çıkmadan ve evrensel yasa ve sosyal yaşamla özdeşleştirerek anlamaya çalışalım.
Girişte söylediğim gibi Kur’an içerisinde elli sekiz yerde dua kelimesi geçmektedir. Şimdi bu ayetlerden örnekler vererek duanın nasıl yapılması gerektiğini, anlamaya çalışalım. Duayı usulüne uygun şekilde yapalım ki, Bizden hem Allah razı olsun hem de ihtiyaç sahipleri gereği gibi yararlana bilsinler.
25/77. De ki: ‘Duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi? Fakat siz gerçekten yalanladınız; artık (bunun azabı da) kaçınılmaz olacaktır.’
Kur’an, bu ayette insanlar ve insanlar dışında yaratılmış olan bütün varlıkları mukayese ederek insanları ayrı bir konuma yerleştirmiştir. Kur’an, insanlar dışında yaratılmış olan bütün varlıkları melek diye tanımlamaktadır. Meleklerde akıl irade ve seçenek olmadığını, Ama İnsanlara gelince emanet ve sorumluluk yüklenen mükemmel bir varlık olduğunu anımsatmaktadır. Allah, insanların ve meleklerin konumunu şöyle ortaya koymaktadır.
33/72. Gerçek şu ki, biz emanetleri göklere, yere ve dağlara sunduk da onlar bunu yüklenmekten kaçındılar ve ondan korkuya kapıldılar; onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.
Ayette izah edildiği gibi, evrende temel olarak yaratılmış iki farklı varlık bulunmaktadır. Birisi âdemoğlu şemsiyesi altında insanlardır. Diğeri ise insanlara secde etmek ve insanların emirlerine amade olmak için yaratılan meleklerdir. Bu anlayışı destekleyen bir iki ayet örneği daha vererek açıklamaya çalışalım.
2/29. Sizin için yerde olanların tümünü yaratan O’dur. Sonra göğe yönelip (istiva edip) de onları yedi gök olarak düzenleyen O’dur. Ve O, her şeyi bilendir.
22/18. Görmedin mi ki, gerçekten, göklerde ve yerde olanlar, güneş, ay, yıldızlar, dağlar, ağaçlar, hayvanlar ve insanlardan birçoğu Allah’a secde etmektedirler. Birçoğu üzerine azab hak olmuştur. Allah kimi aşağılık kılarsa, artık onun için bir yüceltici yoktur. Şüphesiz Allah, dilediğini yapar.
Ayette verilmek istenen temel mesaj, Allah, yaratılan varlıkları temel olarak, iki kısma ayırmaktadır. Birisi meleklerdir. Bunların tümü istisnasız hem Allah’a hem de insanlara, iblis hariç secde etmektedirler. İblisi de Kur’an farklı bir konuma oturtarak bize anlatmaktadır. İblis melekler kategorisinden olduğu halde, görevi insanlara vesvese vererek İnsanlara isyanı, inkârı, fuhuşu adam öldürmeyi teklif sunmakla görevli bir melektir.
İnsan kötülüğü iblisin vesvese vermesi ile yapmaktadır. Bu anlamda iblis kendisine Allah’ın yüklemiş olduğu görevi istisnasız olarak yerine getirmektedir. Ama insanlara gelince İnsanların büyük bir çoğunluğu Allah’ın tanımladığı doğru yoldan saparak, yoldan çıkarak hem kendi nefislerine zulüm yapmaktadır, hem de kendilerinin dışındaki insanlara zulüm yapmaktadırlar. Allah’a secde eden insan sayısı yok denecek kadar az olduğundan dolayı, Kur’an’da, Allah’ın emir ve yasaklarına uyan insan sayısı sürekli, çok az olduğu tekrar edilip durmaktadır.
İnsan; hem takva yönüne eğilimli, hem de fısk yönüne eğilimli nötr bir varlıktır. Öyleyse insanlar isteklerine kavuşa bilmeleri için bu iki seçenekten mutlaka, birisini kullanmaları gerekir. İşte insanlardan, hangi yönde tercihini kullanır ve isteklerine kavuşmak için çaba gayret ve performans gösterirse Allah her iki insan tipinin dualarına icabet etmektedir. Ayette geçen, “De ki: ‘Duanız olmasaydı Rabbim size değer verir miydi?”
Dua; İki farklı yönde karar verebilen ve yürüyen insanların Allah’ın evrede yaratmış olduğu iki farklı meleklerle istek ve arzu duydukları yönde göstermiş olduğu çaba ve gayretleridir.
Allah duaları temel olarak iki kısma ayırmaktadır. Birisi iman eden ve salih amel işleyen Müslüman olanların yapmış olduğu dualardır. Diğeri ise inkâr eden ve zulmedenlerin yapmış olduğu dualardır. Allah dünya hayatında kim duasını usulüne uygun olarak yaparsa, hem inkâr edenlerin, hem de iman edenlerin duasına icabet edeceğini vaad etmektedir. İşte şu ayet tam da onu anlatmaktadır.
17/11- İnsan hayra dua ettiği gibi, şerre de dua eder. İnsan, pek acelecidir.
İnsan hayra dua etmesi demek, Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiyler çerçevesinde iman edip salih amel işlemesidir. İnsanın şerre dua etmesi de Allah’ın nebiler aracılığı ile göndermiş olduğu vahiyler çerçevesi dışında inkâr eden ve zulmedenlerin yapmış olduğu dualarıdır veya çaba ve gayretleridir.
Yani insan şeytan yolunu seçerse yapmış olduğu bütün çaba ve gayretler insanı cehenneme girmek için yapılan dualardır. Yani insan şerre dua etmiş olur. İnsan Rahmanın yolunu tercih eder duasını Allah’ın istediği yönde yaparsa duasını hayra ulaşmak için yapmış olur. Müslümanın her işin başında işe başlarken çekmiş olduğu besmele bu iki farklı duayı anlatmaktadır. Rahman rahim olan Allah’ın Adıyla!
Rahman, dünya hayatında Müslüman ve kâfir ayırt etmeden rızık veren Allah anlamındadır. Rahim ise ahiret hayatında sadece Müslüman olanlara merhamet eden Allah anlamını taşımaktadır.
Duanın iki çeşidi vardır. Birisi insanın kendisinin kendisine yapmış olduğu duadır. Bu dua kişinin istediği yönde göstermiş olduğu çaba ve gayret sonucu gösterdiği performansa göre karşılığını bulduğu duadır.
Duanın ikinci anlamı ise kişinin kendi dışında olan insanlara yapmış olduğu duadır. Bu dua şekli sadece istek ve temenniden ibarettir. Kişilerin senin duana icabet etmesi gerekir. Tıpkı bir doktorun hastasına uyguladığı teşhis ve tedavi yöntemi gibidir. Eğer hasta iyileşmeyi dilerse, doktorun hastasına iyileşmesi için verdiği ilaç ve tavsiyelere uyması gerekir. Yoksa hasta doktorun tavsiyelerine uymazsa doktorun hastası için göstermiş olduğu çaba ve gayretler boşa gitmiş olur.
Bir televizyon programı izlerken, stüdyoda bir emekli müftüye bir bayan telefon ediyor ve şöyle diyordu. Hocam benim beyim ticaret yapıyordu ve iflas etti. Eve ekmek getiremiyor evin ihtiyaçları olan hiçbir şeyi elde edemiyoruz ne olur bize yardım edin diyor. Müftü de Allah yardım eder deyip olayı kapatmaya çalışıyordu. Yine kadın diyor ki ayakta duracak mecalimiz kalmadı ne olur yardımınızı esirgemeyin bize yardım elinizi uzatın diyor. Yine müftü efendi Allah yardım etsin diyor.
Oysa müftü efendinin kadına duası şu olmalıydı. Kardeşim sen bana hesap numarasını ver. Kendisinin eğer varsa verebileceği bir yardımı önce kendisi ben şu kadar gönderiyorum deyip arkasından da ey Müslümanlar, ey hali vakti yerinde olan insanlar, bu kadının acı çığlıklarını işittiniz. Siz bu kadını araştırın soruşturun dedikleri doğru ise bu aileye gereken yardımı yapalım. Demesi gerekirdi.
Allah, yolda kalmış isteyip dileneni, yetimi öksüzü borçluyu aç ve susuzları çıplak olanları giydirmeyi ekonomik durumu yerinde olan insanlara emanet etmiştir. Allah evrene ve dünyaya insanların ihtiyacı olandan fazla rızkı, cömertçe yaymış ve insanların zengin olanlarına ihtiyaç sahibi olanlara vermelerini, emanet etmiştir.
2/245. Allah’a karşılığını çok arttırma ile kat kat arttıracağı güzel bir borcu verecek olan kimdir? Allah, daraltır ve genişletir ve siz O’na döndürüleceksiniz.
Allah’ın hiç kimsenin yardımına ihtiyacı yoktur. Allah ihtiyaç sahibi olanları da doyurur, doyurmaya gücü yeter. Ancak insana verilen sorumluluğu kimin yerine getirip getirmeyeceğini denemek için Allah böyle bir düzen kurmuştur.
67/2. O, amel (davranış ve eylem) bakımından hanginizin daha iyi (ve güzel) olacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O, üstün ve güçlü olandır, çok bağışlayandır.
Allah, aç ve yoksul olan insanları bizim doyurmamızı istiyor. Biz ise aç ve yoksul olanları Allah’ım onları aç bırakma onları doyur diye Allah’a dua ediyor ve üzerimizdeki emanet ve sorumluluğumuzun faturasını Allah’a ödetmeye kalkışıyoruz. Allah böyle bir duaya asla icabet etmez çünkü yaratılışın kuralına terstir. Bunları söylerken bir kıssa aklıma geldi. Müsaade ederseniz onu sizinle paylaşayım.
Birisi bir gün haşa Allah’ı test etmeye kalkar. Kimsenin uğramayacağı tenha bir beldeye giderek, Allah kimseyi açlıktan öldürmez. Bu anlayış ve bakış açısıyla eline ne azık ne su alır çukur bir yere yatarak Allah’tan rızık beklemeye başlar. Bir gün bekler Allah’tan rızık yok, iki gün bekler Allah’tan rızık yok. Artık açlıktan elleri ayakları titremeye başlar. Derviş, ölümün kendisine yavaş yavaş geldiğini hisseder. O arada birkaç turist o beldeyi ziyaret ederlerken ziyaretleri bitip geriye doğru gitmeye başlayınca, derviş yarı baygın haliyle bir öksürür.
Turistler hemen burada bir adam var deyip sesin geldiği yere doğru gelirler. Bir de ne görsünler? Açlıktan elleri ayakları titreyen bir adam olduğunu görürler. Hemen azıklarında olan yiyeceklerden dervişe yedirirler. Derviş, kendine gelince bir oh çekerek, şöyle der. Allah rızık veriyor ama en azından bir öksürmek gerekiyormuş der. Demek ki, gerekli tedbirini almazsan Allah melekleri gönderip sana gökten rızık yağdırmadığı görülmektedir. Sen ya kendi elinle ihtiyaçlarına kavuşabilmek için çaba ve gayret göstereceksin. Ya da senin rızık kazanacak dermanın mecalin yoksa en yakınlardan başlamak üzere Allah sana insanlar eliyle rızkını verecektir.
Bu duruma göre, dünyanın herhangi bir yerinde açlığından dolayı ölmek üzere olan bir adam olsa, İstisnasız dünyadaki bütün insanlar ellerini havaya kaldırıp Allah’ım şu açlıktan ölmek üzere olan adamı doyur deseler, Allah açlıktan ölmek üzere olan adamı Sünnetullah gereği doyurmaz. Allah açlıktan ölmek üzere olan adamın doyurulmasını, insanlara emanet etmiştir. O açlıktan ölmek üzere adamı insanlardan onu doyuran olmazsa o adam ölür. Allah da faturayı, insanlardan haberi olup doyurma gücü yetenlere keser.
9/52. De ki: ‘Siz bizim için iki güzellikten (şehitlik veya zaferden) birinin dışında başkasını mı bekliyorsunuz? Oysa biz de, Allah’ın ya kendi katından veya bizim elimizle size bir azab dokunduracağını bekliyoruz. Öyleyse siz bekleyedurun, kuşkusuz biz de sizlerle birlikte bekleyenleriz.
Dikkat ederseniz İman edenlere Allah iki güzellikten mutlaka birinin verileceğini, vaat edilmektedir. Ya iman edenler yenerse dünyada zafer Müslüman olanların eline geçer. İnkâr edenler, esir düşerler. Eğer İnkâr edenler yenerse iman edenler kaybederse Allah inkâr edenlere ahiret hayatında cehennem, Müslüman olanlara da cennet vaat etmektedir.
Demek ki, Allah dünya hayatında İman edenlere, gönderilen vahyi bilgilerin dışımda özel bir yardımı ve desteği yokmuş. Allah Fatiha suresinde de belirtildiği gibi din gününün malikidir.
1/2,3,4. Hamd, Âlemlerin Rabbi, Rahman, Rahim ve Din gününün maliki olan Allah’adır.
Eğer Allah, dünya hayatında inkâr edenlere müdahale etseydi zulmeden kâfirlerin hemencecik işini bitiriverirdi. Ama Allah kendi müdahalesini ahiret hayatına ertelemektedir. Ancak, iman eden ve salih amel işleyen Müslümanlar birbirlerine destek verir yeryüzünde güç ve iktidar sahibi olursa Allah onlara dünya hayatında cezasını insanlar eliyle vermektedir. Müslüman olanlar Allah’tan özel bir yardım beklemesin. Allah yardımını ahiret hayatında Müslüman olanlara yapacaktır. Gelecek olan ayet de onu anlatmaktadır.
22/40. Onlar, yalnızca; ‘Rabbimiz Allah’tır’ demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarıldılar. Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi. Allah kendi (dini)ne yardım edenlere kesin olarak yardım eder. Şüphesiz Allah güçlüdür, üstündür.
Eğer Allah usulüne uygun olmayan bu şekildeki yapılan dualara icabet etmiş olsaydı “Onlar, yalnızca; ‘Rabbimiz Allah’tır’ demelerinden dolayı, haksız yere yurtlarından sürgün edilip çıkarılmazdı.” O zaman ‘Rabbimiz Allah’tır’ diyenler dualarını usulüne uygun hale getirmeleri gerekmektedir. Yani meleklerin konuşma dilini çözecek ilim ve teknoloji üreterek düşman güçlerine karşı silah hazırlayacaklar. Bir de fıtratı bozulmamış insanlarla bir araya gelip düşman güçlerine karşı sayıca en az ½ veya 1/10 oranında insan gücü toplayacaklardır. Bakınız ayetin devamında Allah ne diyor?
“Eğer Allah’ın, insanların kimini kimiyle defetmesi (yenilgiye uğratması) olmasaydı, manastırlar, kiliseler, havralar ve içinde Allah’ın isminin çokça anıldığı mescitler, muhakkak yıkılır giderdi”
Yani kim kendi dinini korursa o din ayakta kalır. Allah iman edenlere şu mesajı vermektedir. Ben kesinlikle dünya hayatında kimin ne yaptığına ve yapacağına asla müdahale etmem. Allah, ben müdahalemi ahiret âleminde yapacağını bildirmektedir. Allah eğer fiil olmadan yapılan dua ile özel bir yardım ulaştırmış olsaydı, O kendisine nebi ve resul olarak seçtiği peygamberlerin öldürmelerine müsaade etmezdi.
2/214- Yoksa sizden önce gelip-geçenlerin hali başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara öyle bir yoksulluk, öyle dayanılmaz bir zorluk çattı ve öylesine sarsıldılar ki, sonunda elçi, beraberindeki müminlerle; ‘Allah’ın yardımı ne zaman?’ diyordu. Dikkat edin. Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır. “Şüphesiz Allah’ın yardımı pek yakındır”.
Allah’ın yardımı vermiş olduğum ayet örneklerinde görüldüğü gibi, Allah yardımını, dünya hayatında Müslüman olanlar eliyle yapacak, Ya da Allah yardımını ahiret hayatında kendi eli ile yapacaktır. O zaman, dünya hayatında biz duamızı yaparken bu şartları göz önünde bulundurmadan yaparsak Allah bizim duamıza icabet etmez.
111/1. Ebu Leheb’in iki eli kurusun; kurudu ya.
111/2. Malı ve kazandıkları kendisine bir yarar sağlamadı.
Bu da Kur’an’da geçen bir bedduadır. Bu ayetler nasıl anlaşılmalı biraz onun üzerinde duralım.
Ayette geçen “iki eli kurusun;” ifadesi mecazi bir anlam taşımaktadır. Kur’an el kelimesini iki anlamda kullanmıştır. Birisi insanın fiziki anlamdaki elleridir. İkincisi ise onun güç ve kuvvet anlamındaki elidir. Allah Ebu Leheb’e beddua etti elleri kurudu mu? Yoksa Müslüman olanlar Mekke’den ölümü göze aldılar. Medine’de Allah onları güç ve kuvvet haline getirdi. Allah, Ebu Lehebin yapmış olduğu zulümlere Müslüman olanlar eliyle son verdi. Mesajı verilmektedir.
2/ 243. Binlerce kişinin ölüm korkusuyla yurtlarından çıktıklarını görmedin mi? Allah onlara: ‘Ölün’ dedi, sonra da onları diriltti. Şüphesiz Allah, insanlara karşı fazl sahibidir. Ancak insanların çoğunluğu şükretmez.
Eğer Müslüman olanlar ölümü göze alarak Mekke’den Medine’ye hicret edip orada bir İslam devleti kurammış olsalardı, Allah dünya hayatında Ebu lehe bin zulmüne son verimiydi? Allah iman eden insanlar eliyle, zalim olanların zulmüne son vermektedir. Yoksa dünya hayatında insanların yapmış olduğu zulümlere müdahalede bulunmayacağı ve cezalandırmayacağını vaat etmektedir. Allah vaadinden dönmez.
42/ 14. Onlar, kendilerine ilim geldikten sonra, yalnızca aralarındaki ‘tecavüz ve haksızlık’ dolayısıyla ayrılığa düştüler. Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti. Şüphesiz onların ardından Kitaba mirasçı olanlar ise, her halde ona karşı kuşku verici bir tereddüt içindedirler.
Ayette geçen ifadeye bakın.” Eğer Rabbinden, adı konulmuş bir ecele kadar geçmiş (verilmiş) bir söz olmasaydı, muhakkak aralarında hüküm verilmiş (iş bitirilmiş)ti.”
Yani Allah dünya hayatında zulmedenlerin cezasını vermeyeceği konusunda geçmişte söz verdiğini, zulmedenlere, cezanın ahiret hayatına ertelediğini üstüne basa basa vurgulamaktadır.
16/ 61. Eğer Allah, insanları zulümleri nedeniyle sorguya çekecek olsaydı, onun üstünde (yeryüzünde) canlılardan hiç bir şey bırakmazdı; ancak onları adı konulmuş bir süreye kadar ertelemektedir. Onların ecelleri gelince ne bir saat ertelenebilirler, ne de öne alınabilirler.
60/4-İbrahim ve onunla birlikte olanlarda sizin için güzel bir örnek vardır. Hani kendi kavimlerine demişlerdi ki: ‘Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkâr ettik. Sizinle aramızda, Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.’ Ancak İbrahim’in babasına: ‘Sana bağışlanma dileyeceğim, ama Allah’tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez.’ demesi hariç. ‘Ey Rabbimiz, biz sana tevekkül ettik ve ‘içten sana yöneldik.’ Dönüş sanadır.’
Ayette geçen “’Biz, sizlerden ve Allah’ın dışında taptıklarınızdan gerçekten uzağız. Sizi (artık) tanımayıp-inkâr ettik. Sizinle aramızda, Allah’a bir olarak iman edinceye kadar ebedi bir düşmanlık ve bir kin baş göstermiştir.’ Ancak İbrahim’in babasına: ‘Sana bağışlanma dileyeceğim, ama Allah’tan gelecek herhangi bir şeye karşı senin için gücüm yetmez.’ demesi hariç.”
İbrahim’in bağışlanma dilemesi, kuru kuruya Allah’ım babamı bağışla demesi değil, babasına Allah’ın bildirdiği vahiylerle doğru yola gelebilmesi için gereği gibi çaba ve performans göstererek emek vermesidir. Devam eden ayetlerde de onu, anlatmaktadır.
6/74-Hani İbrahim, babası Azer’e (şöyle) demişti: ‘Sen putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu, ben seni ve kavmini apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.’
9/114-İbrahim’in babası için bağışlanma dilemesi, yalnızca ona verdiği bir söz dolayısıyla idi. Kendisine, onun gerçekten Allah’a düşman olduğu açıklanınca ondan uzaklaştı. Doğrusu İbrahim, çok duygulu, yumuşak huyluydu.
Eğer İbrahim babası için yapmış olduğu duayı elleri havaya kaldırarak babasının doğru yola gelmesi için yaptığı yakarış olmuş olsaydı, babasının müşrik olduğu açıklanınca duasından vaz geçmezdi. Dikkat ederseniz İbrahim’in duası babasının doğru yolu bulması için ona düşündürücü sorular sorarak, doğru olanları anlatıp, yaşayarak yapmış olduğu duadır. Allah da onun kalbi mühürlenmiş sen ona ne anlatırsan onun gözleri görmez kulakları işitmez çünkü o kâfirlerden oldu diyerek, İbrahim de babasına bir daha tebliğ yapmadığını söylemektedir.
Dua ve beddua konusunda Kur’an’ın anlattıklarını yukarıda verdiğim ayetler çerçevesinde kabataslak da olsa anlatmaya çalıştım. Şimdi de bir kardeşimizin dua hakkında sorduğu soruları, maddeler halinde açıklamaya çalışalım
.
Aydın Orhon kardeş, kusura bakmayın. Ben anlatamadım galiba.
Soru; 1- Allah’ın yolu dışında bolluk, bereket le ilgili dualarımız boşa mı, gitti? Bu dua yattığınız yerden armut piş ağzıma düş babından değil, çalışarak, burada “tabi duanız bu şekilde kabul olur” diyeceğinizi tahmin ediyorum.
Cevap;1- Evet dua; Elleri havaya kaldırıp Allah’tan ardı arkasına isteklerin yönünde çalışmadan çaba ve gayret göstermeden istekler sıralamak değildir. Arzuladığın her isteğe yönelerek usulüne uygun olarak çaba ve gayret göstererek yapmış olduğun duaya Allah icabet eder ve etmektedir. İslam ülkelerinin fiilsiz olarak yapmış olduğu duanın hangisine Allah icabet etti? Bakınız aşağıda vermiş olduğum ayet, Allah duayı kabul etme şartını nelere bağlamaktadır.
2/186-Kullarım Beni sana soracak olursa, muhakkak ki Ben (onlara) pek yakınım. Bana dua ettiği zaman dua edenin duasına cevap veririm. Öyleyse, onlar da Benim çağrıma cevap versinler ve bana iman etsinler. Umulur ki irşat (doğru yolu bulmuş) olurlar.
Demek ki, sen Allah’a dua edeceksin, Allah da senin duana cevap verecek. Bu da demek oluyor ki, Allah ile kulun, karşılıklı sözleşmesi demektir.
Şimdi Allah ile iletişime nasıl geçilir? Allah senin duana nasıl cevap verir? Onu yaşamış olduğumuz hayattan örnekler vererek izah etmeye çalışalım.
Bizim Anamur yöresinde muz üretilmektedir. İki tane çiftçi bunun birisi Müslüman, diğeri de kâfirdir. İkisi de ikişer dönüm sera yaptılar. Müslüman olan adam serası için gerekli donanımı gereği gibi yerine getirmeyip sürekli Allah’a Allah’ım benim muzlarımı koru benim muzlarım soğuktan donmasın, benim muzlarım iyi gelir sağlasın demektedir.
Kâfir olan kişi ise, zaten Allah’ı inkâr ediyor. Ama muzdan iyi ürün alabilmek için, gidiyor ziraat mühendisine, iyi verim alacağı muz cinsinin en kalitelisini alıp, onu toprağa dikilişinden meyve verip ürün elde edilinceye kadar neler yapılması gerektiği konusunda bilgileri, öğrenmektedir. Sonra da bu teknik bilgiler ışığında hepsini usulüne uygun olarak gerekli çaba ve gayreti göstermektedir
Yani gübresini, suyunu soğuktan donmaması için gerekli cam veya plastik naylon ile üzerini örtüyor. Kış aylarında sıcaklığın sıfır derecenin altına düşmeden serasını ısıtarak bütün gerekli gayretini gösterip Allah’a dua etmeden çaba sarf ediyor. Soruyorum size Allah Müslüman olan gerekli çaba ve gayret sarf etmeyen kişinin serasından mı daha çok verim alınır? Yoksa inanmayan kavli dua etmeden göstermiş olduğu çaba ve gayret sonucunda inkâr edene mi Allah daha çok kazancını verir.
Aklı başında olan her insan der ki, Allah kuru kuruya dua edip muzuna gereği gibi bakım yapmayan Müslüman olana vermez. Aksine muz serasına usulüne uygun olarak gereği gibi bakan, kâfir olduğu halde, işine gereği gibi sarılana Allah verecektir. Elbette Allah dünya hayatında kişilerin inanıp inanmadığına bakmadan kişilerin göstermiş olduğu çaba ve gayreti kadar tam karşılığını vermektedir. Elbette mahsul toprak da senin inanıp inanmadığına değil, senin ona gereği gibi ilgi gösterip göstermediğine bakar.
Duaların kabul olma şartını şöyle sıralamaya çalışalım.
1-Sınava girecek olan bir öğrenciye sınava gireceği derslere gereği gibi çalışmadan, eline okunmuş silgi, okunmuş kalem, vererek sınavda başarılı olması için yapılan dualar kabul edilmez. Ama sınava giren öğrenci girecek olduğu dersine gereği gibi hazırlanır gerekli çaba ve gayretini gösterirse onun duası da bu olmaktadır. Bir başka ifadeyle başarma kazanma isteği ile çaba ve gayreti gereği gibi göstermesi o öğrencinin duası olmaktadır.
2-Çocuğu olmayan kadınların, tıp ilmine uygun olarak gerekli gayret ve çabaları usulüne uygun olarak yapmadan neden ve niçin olmadığını araştırmadan, Allah’tan çocuk istemekle Allah onlara çocuk vermez.
3- Dünya üzerinde milyonlarca insanlar açlık ve susuzluktan dolayı ölmektedir. Elleri havaya kaldırıp Allah’ın onların susuzluklarını gidermesini ve doyurulmaları için dua etmekle Allah onları sulamaz ve onları doyurmaz. Böyle bir dua şeklini, istisnasız her insan yüz yıl tekrarlasa Allah onları yine doyurmaz. Allah onları kendi verdiği rızkla diğer insanlar tarafından, doyurulmasını istemektedir.
4-Dünya üzerinde teknoloji ve ekonomi sahasında güçlü olan devletlerin orta doğuda yapmış olduğu zulümlere hepimiz şahidiz.
Bütün mazlum olan ülkeler ellerini havaya kaldırarak Allah’ım Amerika’yı kahret, Allah’ım İsrail’i kahret demekle Allah onların dualarına icabet etti mi? Şimdiye kadar da etmemiş kıyamete kadar da bu dua şekli değişmedikçe Allah böyle dualara icabet etmeyecektir. Kur’an’dan konu ile alakalı bazı ayetlerden örnekler vermeye çalışalım.
2/246. Musa’dan sonra İsrailoğullarının önde gelenlerini görmedin mi? Hani, peygamberlerinden birine: ‘Bize bir melik gönder de Allah yolunda savaşalım’ demişlerdi, O: ‘Ya üzerinize savaş yazıldığı halde savaşmayacak olursanız?’ demişti. ‘Bize ne oluyor ki Allah yolunda savaşmayalım? Ki biz yurdumuzdan sürüldük ve çocuklarımızdan (uzaklaştırıldık.)’ demişlerdi. Ama onlara savaş yazıldığı (öngörüldüğü) zaman, az bir kısmı hariç yüz çevirdiler. Allah zalimleri bilir.
2/247. Onlara peygamberleri dedi ki: ‘Allah size Talut’u (melik olarak) gönderdi.’ Onlar: ‘Biz hükümdarlığa, ona göre daha çok hak sahibiyken ve ona bir mal (servet) bolluğu verilmemişken, nasıl bizi (yönetmek üzere) hükümdarlık (mülk) onun olabilir?’ dediler. O (şöyle) demişti: ‘Doğrusu Allah size onu seçti ve onun bilgi ve bedenî gücünü arttırdı. Allah, kime dilerse mülkünü verir; Allah (rahmeti ve gücü) geniş olandır, bilendir.’
2/248. Peygamberleri, onlara (şöyle) dedi: ‘Onun hükümdarlığının belgesi, size Tabut’un gelmesi (olacaktır ki) onda Rabbinizden ‘bir güven duygusu ve huzur’ ile Musa ailesinden ve Harun ailesinden artakalanlar var; onu melekler taşır. Eğer inanmışlarsanız, bunda şüphesiz sizin için bir delil vardır.’
2/249. Talut, orduyla birlikte ayrıldığında dedi ki: ‘Doğrusu Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Kim ondan içerse, artık o benden değildir ve kim de -eliyle bir avuç alanlar hariç onu tatmazsa bendendir. Küçük bir bölümü hariç (hepsi sudan) içti. O, kendisiyle beraber iman edenlerle (ırmağı) geçince onlar (geride kalanlar): ‘Bugün bizim Calut’a ve ordusuna karşı (koyacak) gücümüz yok’ dediler. (O zaman) Muhakkak Allah’a kavuşacaklarını umanlar (şöyle) dediler: ‘Nice küçük topluluk, daha çok olan bir topluluğa Allah’ın izniyle galib gelmiştir; Allah sabredenlerle beraberdir.’
2/250. Onlar, Calut ve ordusuna karşı meydana (savaşa) çıktıklarında, dediler ki: ‘Rabbimiz, üzerimize sabır yağdır, adımlarımızı sabit kıl (kaydırma) ve kâfirler topluluğuna karşı bize yardım et.’
S2/251. Böylece onları, Allah’ın izniyle yenilgiye uğrattılar. Davud Calut’u öldürdü. Allah da ona mülk ve hikmet verdi; ona dilediğinden öğretti. Eğer Allah’ın, insanların bir kısmı ile bir kısmını def’i (engellemesi) olmasaydı, yeryüzü mutlaka fesada uğrardı. Ancak Allah, âlemlere karşı büyük fazl (ve ihsan) sahibidir.
Dua ile ilgili, bu ayetleri tahlil edip incelediğiniz zaman, düşman ordularını yenebilmek için, ölümden korkmadan, ölümü göze alacaksın. Savaş için gerekli hazırlığı yapacaksın ve daha sonra seni yerinden yurdundan sürmek için çaba gösterenlere karşı savaşıp onları mağlup edeceksin.
Yoksa eğer onlar seni esir alırlarsa seni hem kendi dinlerine döndürürler. Hem de köle olarak yaşar gidersin. Ebedi hayatını da kaybedersin. Ya adam gibi özgürce yaşa, ya da Müslüman olarak adam gibi öl! Başka bir alternatif yoktur.
5- Ayet örneklerinden de anlaşılacağı gibi duayı yaparken, yaratılan evren yasaları ile gönderilen vahiy yasaları ters düşmeden usulüne uygun olarak yapılması gerekir. Allah senin bütün isteklerini evrene koymuş. Sen evrene gereği gibi, usulüne uygun olarak yöneldikten sonra isteklerine zaten kavuşacaksın. Dolayısı ile bu şekilde yapılan duaya Allah cevap vermektedir.***************
Soru; 2-O zaman yaptığımız fiil kadar mı duamız kabul olacak? Bu da böyleyse duanın hiç bir anlamı yok mu?
Cevap-2-Eeğer yaptığımız duayı gereği gibi yapmamışsak dua kabul edilmez. Eğer herhangi bir dersten sınava girip başaramamışsak mutlaka o derse yeteri kadar çalışamamışız demektir. Biraz daha çok çalışarak, sınavı başaramamanın sebepleri ne ise, o sebepleri ortadan kaldırdıktan sonra göreceksin ki sınavı başarmış olacaksın. “Olmayacak söze âmin denmez” derler ya! Eğer sen sebep sonuç ilişkileri ile ilgili gücün yetmeyecek kadar zor ve gücün yetmeyecek kadar büyük şeyler Allah’tan istiyorsan, senin o duanın kabul edilmesi için, gücünü isteklerine kavuşacak seviyeye çıkarman gerekmektedir..
8/ 65. Ey Peygamber, müminleri savaşa karşı hazırlayıp-teşvik et. Eğer içinizde sabreden yirmi (kişi) bulunursa, iki yüz (kişiyi) mağlub edebilirler. Ve eğer içinizden yüz (sabırlı kişi) bulunursa, kâfirlerden binini yener. Çünkü onlar (gerçeği) kavramayan bir topluluktur.
8/66. Şimdi, Allah sizden (yükünüzü) hafifletti ve sizde bir za’f olduğunu bildi. Sizden yüz sabırlı (kişi) bulunursa, (onların) iki yüzünü bozguna uğratır; eğer sizden bin (kişi) olursa, Allah’ın izniyle (onların) iki binini yener. Allah, sabredenlerle beraberdir.
Bu iki ayet, ateist ve deist olan kişiler tarafından, bir birine zıt gibi anladıklarından en çok eleştirdikleri ayetlerdendir.
Konumuz ile ilgili geçen, bu ayette Müslüman olanların insan sayısı az fakat sürekli mücadele vererek antrenmanlı olma durumu çok fazla olduğu zamanlarda. Yirmi kişinin karşılığında iki yüz kişiyi mağlup edeceği söylenmektedir. Eğer savaşta ölürsem ahiret hayatında güzellik var, eğer savaşı kazanırsam dünya hayatında güzellik var. Diyen bir Müslüman anlayışı ile İnkâr edenler için yaşayıp ölecekleri sadece dünya hayatıdır. Zaten ahiret inancı olmayan için ölürlerse her şeylerini kaybedecekler. İki insan tipi için başarma şansı aynı olabilir mi?
Belgeselleri izleyen iyi bilir. Bazen küçücük bir hayvan kocaman hayvanları korkutup, onları mağlup edebiliyor. Allah’tan başka kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış olan bir insanın durumu ile dünyalık mallarını, savaş karşısında kaybetme korkusu içerisinde yaşayanların durumu elbette bir değildir.
Önceki ayetle bu ayetin faklı oluşu bu ifadeden kaynaklanmaktadır. Müslümanlar Medine’de güçlendi ama hantallaştı. Dolayışı ile onlara rehavet çöktü ve güçleri zayıfladı. Bu sebeple yirmi kişi iki yüze denk gelirken on kişi yirmi kişiye denk gelir oldu. Yani aradaki fark beşte bire düştü.
Soru; 3-Yoksa Kur’an da geçen dua ayetlerini nasıl açıklarsanız.?
Cevap 3- işte Aydın kardeş, Kur’an’ın ne dediği değil ne demek istediğini anlamak gerekir. Kur’an içerisinde elli sekiz yerde geçen dua ayetlerine bakınız, hep duanın fiille beraber at başı gitmesi gerektiği söylenmektedir.
39/23. Allah, müteşabih (benzeşmeli), ikişerli bir kitap olarak sözün en güzelini indirdi. Rablerine karşı içleri titreyerek-korkanların O’ndan derileri ürperir. Sonra onların derileri ve kalpleri Allah’ın zikrine (karşı) yumuşar-yatışır. İşte bu, Allah’ın yol göstermesidir, onunla dilediğini hidayete erdirir. Allah kimi saptırırsa, artık onun için bir yol gösterici yoktur.
Ayette geçen ikişerli kitap ifadesi, ikişerli anlatımla anlatıldığı anlamda kullanılmıştır. Yani doğru yolda gidenlerin duası olduğu gibi, yanlış yolda gidenlerin duası da bulunmaktadır. Allah doğru yolda gidenlerin duasını kabul edeceğini, yanlış yolda gidenlerin duasını da kabul etmeyeceğini bildirmektedir.
5/ 23. Korkanlar arasında olup da Allah’ın kendilerine nimet verdiği iki kişi: ‘Onların üzerine kapıdan girin. Girerseniz, şüphesiz sizler galipsiniz. Eğer müminlerdenseniz, yalnızca Allah’a tevekkül edin.’ dedi.
5/ 24. Dediler ki: ‘Ey Musa biz, onlar durduğu sürece hiç bir zaman oraya girmeyeceğiz. Sen ve Rabbin git, ikiniz savaşın. Biz burada duracağız.’
5/ 25. (Musa:) ‘Rabbim, gerçekten kendimden ve kardeşimden başkasına malik olamıyorum. Öyleyse bizimle fasıklar topluluğunun arasını Sen ayır.’ dedi.
5/ 26. (Allah) Dedi: ‘Artık orası kendilerine kırk yıl haram kılınmıştır. Onlar yeryüzünde ‘şaşkınca dönüp duracaklar.’ Sen de o fasıklar topluluğuna üzülme.’
5/ 27. Onlara Âdem’in iki oğlunun gerçek olan haberini oku: Onlar (Allah’a) yaklaştıracak birer kurban sunmuşlardı. Birininki kabul edilmiş, diğerininki kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen) Demişti ki: ‘Seni mutlaka öldüreceğim.’ (Öbürü de:) ‘Allah, ancak korkup-sakınanlardan kabul eder.’
Musa istiyor ki, mustazaf olanlarla birleşip güç birliği yapalım. Firavun gibi bir zalimin haddini bildirelim demektedir. Mustazaf olanlar da bizim onlara karşı gücümüz yok siz gidin ikiniz ona karşı savaşın diyorlar.
Ayette ifade edildiği gibi Allah onlar istemese de ben onları sana destek vermeleri için yönlendiririm dememektedir. Sebebi ise Allah din gününün malikidir. Her insan kendisinin karar verdiği yönde kendi özgür iradesiyle yaşama hakkına sahiptir. İşte dua Musa’nın onlara teklifi ile onların bu teklifi kabul etmeleri sonucunda birleşip güç haline gelmektir.
İman etmek nasıl insanı sorumluluktan kurtarmıyorsa, İmanın gereği salih amelle buluştuğu zaman, o iman Allah katında ancak geçerli olacağı söylemektedir. İmansız ne güzel bir amel, ne de güzel amelsiz bir iman Allah katında hüsnü kabul görmeyecektir.
2/264. Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın. Böylesinin durumu, üzerinde toprak bulunan bir kayanın durumuna benzer; üzerine sağanak bir yağmur düştü mü, onu çırılçıplak bırakıverir. Onlar kazandıklarından hiç bir şeye güç yetiremez (elde edemez)ler. Allah, kâfirler topluluğuna hidayet vermez.
“Ey iman edenler, Allah’a ve ahiret gününe inanmayıp, insanlara karşı gösteriş olsun diye malını infak eden gibi minnet ve eziyet ederek sadakalarınızı geçersiz kılmayın.”
Allah iman etmeyen insanın vermiş oldukları sadaka ve yardımları bile Allah kabul etmeyeceğini üstüne basa basa vurgulamaktadır.
38/ 22. Davud(un yanın)a girdiklerinde, onlardan ürkmüştü; dediler ki: ‘Korkma, iki davacıyız, birimiz diğerimize haksızlıkta bulundu. Şimdi sen aramızda hak ile hükmet, kararında haktan ayrılma ve bize tam doğruyu göster.’
38/ 23. ‘Bu benim kardeşimdir, doksan dokuz koyunu vardır, benimse bir tek koyunum var. Buna rağmen ‘Onu da benim payıma (koyunlarıma) kat’ dedi ve bana, konuşmada üstün geldi.’
38/ 24. (Davud) Dedi ki: ‘Andolsun senin koyununu, kendi koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiştir. Doğrusu, (emek ve mali güçlerini) birleştirip katan (ortak)lardan çoğu, birbirlerine karşı tecavüz ederler; ancak iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır.’ Davud, gerçekten bizim onu imtihan ettiğimizi sandı, böylece Rabbinden bağışlanma diledi ve rükû ederek yere kapandı ve (bize gönülden) yönelip-döndü.
Sad suresinde geçen bu üç ayette iki davacıdan söz edilmekte ve özet olarak şu mesaj verilmektedir. Davud’a gelen iki davacı kendi öz içerisinde bulunan iblis ve takvadır. Bu Davud’da olduğu gibi her aklıselim olan diğer insanlarda da vardır. Ayette yanlış anlaşılan konu şudur. Davud’un bağışlama dilemesini sanki Davud bir suç işledi de bağışlamayı o sebepten dolayı istediği zannedilmektedir.
Oysa Kur’an Davud’u örnek vererek bize bilgi vermektedir. Yani her insanda hem kötülüklere karşı teklif sunucu bir iblis gibi bir melek olduğu gibi, hem de iyilikleri teklif sunucu takva gibi bir melek vardır. İşte Davud bu iki teklif sunucu meleklerin tekliflerinden takva meleğinin teklifi yönünde karar verdi. Bir başka ifadeyle bağışlama yönünü tercih etti anlamı taşımaktadır. Allah da Davud’un bu tercihini kabul etti. Mesajı verilmektedir.
Sonuç olarak, Allah yeryüzüne insanları ibadet ve kulluk için yaratmıştır. Evrende insanın dışında yaratılmış olan bütün varlıkları halife olan insana secde etmeleri için yaratmıştır. İnsan gerek doğru yola gerekse de yanlış yola gidebilecek bütün hem donanımı vermiş hem de insanlar hangi yönde karar verirlerse melekler insanlara karar verdikleri yönde secde etmektedirler.
Allah, din gününün maliki ayetinden şu anlaşılmalıdır. Allah dünya hayatında insanlara hem doğru yola gidecek malzemeleri, hem de yanlış yola gidebilecek malzemeleri de vermiş. Ama insan hangi yola gideceği konusunda karar verir ve yürürse giderse, özel bir müdahalede bulunmayacağına da söz vermiştir. O zaman yapılan dualar ister müspet yönde istese menfi yönde olsun insan dualarını yöneldiği yönde meleklerin hizmeti ile gerçekleştirmektedir.
Yani sen nasıl dua edeceksen Allah’tan değil Allah’ın yarattıklarına fiili olarak buluşarak duanı edersen ancak yerinde olacaktır. Dua ile ilgili ayetlere baktığınız zaman duanın elleri kaldırarak Allah’tan ister kötü yönde ister iyi yönde istekler sıralamak olmadığını duanın mutlaka ama mutlaka istek yönünde isteklerine kavuşmak için fiille buluşması gerektiğini anlamak gerekir. Bakınız Kur’an’ın konuşma dilini öne çıkaran en önemli ayetlerden birisi de şudur.
8/17. Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı. Müminleri kendinden güzel bir imtihanla imtihan etmek için (yaptı.) Şüphesiz Allah, işitendir, bilendir.
Evrende yaratılmış olan hangi varlık hangi yol hangi psikolojik ve sosyolojik olaylar Allah’ın değil ki? Ayette geçen,” Onları siz öldürmediniz, ama onları Allah öldürdü; attığın zaman sen atmadın, ama Allah attı.” İşte Kur’an’ın ne demek istediğini doğru bir şekilde anlayabilmek için, hem Kur’an üzerinde detaylı bir bilgiye sahip olmak gerekir. Hem de evren yasaları hakkında yeterli bir bilgiye sahip olmak gerekir.
O zaman diye biliriz ki, Allah’ın duaya icabet etmesi, istek ve arzuların hem vahiy yasalarına uygun, hem de evren yaslarına uygun olarak yapıldığı takdirde başarıya ulaşacaktır. Allah da böyle duaları kabul etmiş olacaktır. Eğer duan kabul olmamışsa demek ki duayı usulüne uygun olarak yapmamışsın demektir.
Doğrularım Allah’a, yanlışlarım ise bana aittir.
Ali Rıza BORAZAN